AK Parti'de mart seçimleri sonrasında muhasebe dönemi
Her seçim yenilgisi yeni bir başlangıçtır. Başlangıcın lehte ve aleyhte olması ortaya çıkan sonuçtan alınacak derse bağlıdır. Ak Partinin seçim sonuçlarından gerekli dersi çıkarıp çıkarmayacağı ile fabrika ayarlarına dönüp dönmeyeceği merak ediliyor.
Aşık Agâhi’nin “Seher vakti çaldım yârin kapısın” diye başlayan şiirini bilmeyen yoktur, çünkü herkes bu şiirin türküsünü söyler, ara sıra da mırıldanır. Aslında bu şiir tasavvufi bir anlatımdır ve “yâr” kelimesi “Hz. Allah”ı ifade eder. Zaten imsak vaktine 2 saat kala vakti içeren seher vaktinde, teheccüd namazına duran kul, “yâr”ın kapısını çalmış ancak “kapıların sürgülü” olduğunu, açılmadığını görmüştür. Tasavvufta kapının sürgülü olması, açılmaması namazdan feyz alınmadığını, huşu içinde kılınamadığını ifade eder. Kul zevksizlik, çaresizlik içindeyken “bir gözleri sürmeli çıkagelir”. Bu “gözleri sürmeli” sayesinde kapılar açılıp “sevgili”ye kavuşma gerçekleşir, huşu içinde feyz alınarak namaz eda edilir.
Tasavvuftan yola çıkarak ülke gerçeklerine baktığımız takdirde; 31 Mart yerel seçimlerinde seçmen, mevcut iktidara “artık dur” demiş, sandığa gitmemiş ya da CHP’ye “mecburen” oy vermiştir. 22 yıl sonra gelen iktidarın bu yenilgisi geniş çaplı bir muhasebe yapmasını da gerektirmiştir. Aslında bu muhasebe olayı 2015 yılından beri yapılması gerekli idi ama hep ötelendi. Artık bıçak kemiğe dayandı ve Ak Parti’de “kaçınılmaz” bir iç sorgunun yapılması gerekiyor, aksi halde 2028’de kötü bir sonuç ile karşılaşılacak ve sonu Türk siyasal hayatındaki Anap ve DYP gibi olacaktır.
Peki bu iç sorguda neler yapılabilir?
Tamam ekonomi kötü, milletin cebine dokundun mu millet senden uzaklaşır, bu anlaşılır da seçim çalışmalarında halkın tehdit edilerek oy talep edilmesi, Türk siyasal hayatında hep geri tepmiştir. Rivayetlere göre şehirde vatandaş insani bir ihtiyaç olan banyo yapacak su bulamıyorsa ve birieleri çıkıpta “eğer beni seçmez isen bu fabrika başka şehre gider” diyorsan, ayakkabı ile evlere girip vatandaşın halısına basarak oy istiyorsun bu sonucun normal olduğunun görülmesi gerekiyor. Ak Parti ne zamandır milletten bu derece koptu acaba? Aslında bu kibrin en üst seviyeye ulaştığı nokta…
Öncelikli olarak merkez ve taşra bürokrasisinde görev alanları, üniversite rektörlerini bir bir gözden geçirmek gerekiyor. Liyakatli olmayan kişileri görevden alıp o görevlere, o işin hakkını verecek kimseler atanmalıdır. Görevden alınanlar da rektörlükten alınıp büyükelçi yapılması gibi terfi ettirilerek ödüllendirilmemelidir. Doğrudan emekli hayatı yaşatılmalıdır. Şu an Ankara bürokrasisinde görev alanlar kendi içinde yer değiştiriyor, dışarıdan bir kişinin bu halkaya girmesi mümkün değil. Adam yöneticilik yapmak istiyor; olmaz deniyor, siyaset yapmak istiyor, yapamazsın deniliyor, o halde bu durumda vatandaş ne yapacak? Vatandaş çıkış arıyor…
Günümüz liyakatsız bürokratlarının özelliklerine baktığımızda; onların işi ile ilgilenmeyip koltuğunu koruma sevdasına düştüğünü, daha üst görevlere atlamaya çalıştığını görürüz. Bu kişiler üst makamlara yanıltıcı bilgiler verir, halka, çalışana “yukarıdan” bakar, telefonlara çıkmaz, hiç kimseye randevu vermez, kamu kaynaklarını hoyratça kullanır. Tepeden bakan kişide “ezik ruh hali” sözkonusudur. Dolayısı ile bu kimseler haşa “yüce dağları ben yarattım edası” ile hareket eder. Halbuki Yunus Emre bu konuda güzel söylemiş:
” yol odur ki, doğru vara,
göz odur ki, hak'kı göre,
er odur, alçakta dura,
yüceden bakan göz değil.”
İşte günümüzün yönetim kademesinde olanların önemli bir kısmı “alçakta durmadıkları”, “yüceden baktıkları” için halk ile etkileşim halinde olmamışlar, kendi faydalarını maksimum seviyeye çıkarmaya çalışmışlar, bu da halk ile Devlet arasındaki bağı koparmıştır.
Hani dedik ya namazdan haz alamıyoruz, huşu içinde namaz kılamıyoruz ve bunun için de “gözleri sürmeli”ye ihtiyaç var. Şu an toplum da ülkedeki şartlardan zevk almıyor, çıkış arıyor, kurtarıcı bekliyor. O nedenle kurtarıcı olarak “şimdilik” kerhen CHP’yi tercih etti. Eğer Ak Parti düzgün muhasebe yapmaz ise müridin “gözleri sürmeli” şeyhini beklediği gibi halk ta yeni “kurtarıcı”sını bekleyecektir. Şeyhin kulu “sevgiliye” ulaştırdığı gibi, yeni gelecek kurtarıcı da halkı “mutluluk ve huzura” kavuşturacaktır.