• Haberler
  • Memur
  • Darbeye teşebbüs suçundan hükümlü generallerin affedilmesine YAŞ'zede tepkisi

Darbeye teşebbüs suçundan hükümlü generallerin affedilmesine YAŞ'zede tepkisi

28 Şubat davasında 'darbeye teşebbüs' suçundan müebbet hapse çarptırılmış emekli generallerin affedilmeleri, o dönem antidemokratik usul ve kararlarla hayatları karartılan kamu görevlilerini kahretti. Bu tepkiyi gösterenlerden biri de o dönemde YAŞ kararı ile TSK ile ilişiği kesilen yüzbaşı Varol Yüksel oldu.

28 Şubat davasında "darbeye teşebbüs" suçundan müebbet hapis cezası almış emekli askerler Fevzi Türkeri, Yıldırım Türker, Aydan Erol, Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Çetin Doğan ve Çevik Bir'in kalan hapis cezaları, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kararıyla 17 Mayıs 2024’te kaldırılmıştı.  Söz konusu emekli generallerin kalan cezalarının kaldırılması, kamuya mal olmuş tabirle "affedilmeleri", o dönem antidemokratik usul ve kararlarla hayatları karartılan kamu görevlilerini üzdü. Bu üzüntüyü yaşayan kitlelerin başında da Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararı ile antidemokratik ve mesnetsiz usul, yöntem ve iddialarla TSK ile ilişiği kesilen ve YAŞ'zede olarak bilinen eski askerler geliyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Anayasa’nın verdiği yetkiyi kullanarak 28 Şubatçı generalleri affetmesi, 28 Şubat’ın arifesinde ve sonrasında 28 Şubat zihniyetinin adeta hayatlarını kararttığı kamu çalışanlarının tepkisine yol açtı. Bu tepkiyi gösterenlerden biri de 28 Şubat’ın ayak seslerinin duyulmaya başlandığı günlerde, YAŞ kararı ile TSK ile ilişiği kesilen yüzbaşı Varol Yüksel. Yüksel, AK Parti iktidarı döneminde çıkan yasal düzenlemelerle sonradan emekli albay hakkı ve unvanını elde etmişti. Emekli Albay Varol Yüksel, 28 Şubatçı paşaların affedilmelerine ilişkin düşüncelerini özetle şöyle paylaştı:

“28 Şubat; dindar insanların adeta nefes almakta güçlük çektiği, sandıkta tecelli eden milli iradenin tanınmadığı ve halkın demokratik tercihinin yok sayıldığı zamanlardı. Demokrasiye balans ayarı vermekten bahsedilen, irtica brifingleri verilen, başörtülü kadınların hastanelere dahi alınmadığı, askeriyeden dindar personelin atıldığı, kısacası milli ve manevi değerlere adeta savaş açıldığı bir dönemdi.”

Varol Yüksel, bu dönemin mağdurlarının yaşadığı zulümleri işaret ederek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın af kararının mağdurların yaralarını yeniden kanattığını belirtti: “O dönemde yaşadığımız mağduriyetler, söndürülen hayaller, karartılan gelecekler yapanların yanında kar olarak kalmamalıdır. Onca mağduriyete rağmen, bu kişilerin affedilmesi biz mağdurlarda derin bir üzüntü yaratmıştır. Bu karar, adaleti tam olarak yerine getirmekten uzaktır.”

Yüksel, 28 Şubat davasında "darbeye teşebbüs" suçundan müebbet hapis cezası almış olan emekli generallerin affedilmeleri hakkında ne düşündüğünü detaylı bir şekilde kaleme aldı.

Varol Yüksel'in memu5.com'a gönderdiği o yazı şöyle:

"2024 YILI PERSPEKTİFİNDEN 
28 ŞUBAT 1996 YILINA BAKIŞ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ… 

28 Şubat; 

· Dindar insanların adeta nefes almakta güçlük çektiği zamanlar, 

·  Sandıkta tecelli eden milli iradenin tanınmadığı ve halkın demokratik tercihinin yok sayıldığı zamanlar, 

· Demokratik bir ülkenin gündeminde yer alması asla mümkün olmayan: “gerekirse silah bile kullanırız”, “ordudan dört uyarı”, “ya uy ya çekil”, “beceremediniz artık çekilin”, “demokrasiye balans ayarı” gibi ifadelerin boyalı basında sıklıkla yer aldığı zamanlar, 

· Genelkurmay karargâhında yargı mensuplarına verilen “irtica brifingleri” gibi hukuk garabetlerin hüküm sürdüğü zamanlar, 

· Milli ve manevi değerler adına ne varsa adeta savaşın açıldığı zamanlar, 

· Başörtüsünün “siyasi simge” olarak algılandığı zamanlar, 

·  “Kamu alanı” diye uyduruk bir ifade ile hürriyetlerin alabildiğine sınırlandırılmaya çalışıldığı zamanlar, 

· Başörtülü kızlarımızın eğitim haklarının gasp edilerek üniversitelere alınmadığı zamanlar, 

· Başörtülü kızların başörtülerini çıkarmalarına yönelik “ikna odaları”nın kurulduğu yüz kızartıcı zamanlar, 

· Başörtülü olduğu gerekçesiyle oğlunun orduevinde yapılan düğününe sokulmayıp, canından bir parça olan oğlunun düğününü dışarıdan izlemek zorunda bırakıldığı zamanlar, 

· Başörtülü olduğu gerekçesiyle ciğerparesi oğlunun Mehmetçik unvanını alacağı yemin törenine alınmayıp töreni dikenli tel örgülerinin arkasından izlemek zorunda bırakıldığı zamanlar,   

· Başörtülü olduğu gerekçesiyle kadınların hastanelere dahi alınmadığı zamanlar, 

· Başörtülü olduğu gerekçesiyle kadınların kanser tedavisinin yarım bırakılarak hastaneden zorla çıkarıldığı zamanlar, 

· Subay ve Astsubay eşlerinin başörtülü olmasına tahammül edilemediği ve eşleri ile alakalı kendilerine sunulan üç seçenekten birisini tercih etme dayatması ile karşı karşıya bırakıldığı zamanlar, 

· “Eşinin başörtüsünü çıkarmasını sağla” bunu yapamıyorsan “eşini boşa” bunu da yapamıyorsan “ordudan atılmaya maruz kalacaksın”  ifadesinin sıralı komutanlar tarafından sıklıkla kullanıldığı zamanlar, 

· Dindar subay ve astsubayın evlerinde “kuran ayetlerinin yazılı olduğu tabloların”, “vitrinlerde bibloların”, “evinde seccade olup olmadığının” tespiti gayesiyle ev ziyaretlerin sıklıkla yapıldığı zamanlar, 

· Askeri lojmanlara başörtüsü ile girip çıkmanın sıkı sıkıya kontrol edildiği zamanlar, 

· Başörtülü personeli tespit ekibine takılmamak için eşini adeta bir valiz gibi aracının bagajında getirip-götürmekten başka bir çarenin bulunamadığı zamanlar, 

· Daha önceleri yaptığı başarılı çalışmalar ve kahramanlıklardan dolayı sıralı komutanlar tarafından verilen onca takdirname ve madalyaların bu süreçte hiçbir değerinin ve hükmünün olmadığının tescillendiği zamanlar, 

· Dindar subay ve astsubayların; “Yüksek Askeri Şura Kararları”, “üçlü kararnameler” veya “istifaya zorlamalar” ile ordudan atılmaların sıklıkla yaşandığı zamanlar, 

· Bütün bu haksız uygulamalara maruz kalanların, haklarını aramak için müracaat edebilecekleri bir merciinin bulunmadığı zamanlar, 

· İdarenin yaptığı her türlü işlemin yargı denetimine açık olması gerekirken, idarenin “ben yaptım oldu-bitti” anlayışının hâkim olduğu zamanlar, 

· Sayıları binlerle ifade edilen dindar kişilerin, işlerinin kaybettirildiği zamanlar, 

· Ordudan atılan subay ve astsubayların adeta açlığa mahkûm edilmesi için sivil hayatta da iş bulma imkânlarına sınırlamaların konulduğu zamanlar, 

· Bir şekilde iş bulanların işlerinden uzaklaştırması için olağanüstü gayretlerin sarf edildiği zamanlar, 

· “İrtica geliyor” yaygarasının basında sıklıkla kullanıldığı, “Fadime ŞAHİN” gibi sözde dindar figürlerin düzmece senaryolarla televizyon ekranlarına çıkarılarak dindar insan imajının olabildiğince karalanmaya çalışıldığı zamanlar, 

· Bütün bu olup bitenleri ne yazık ki hep birlikte boynu büyük, gözü yaşlı, mahzun bir halde yaşadık.   

Darbeye teşebbüs suçundan hükümlü generallerin affedilmesine YAŞ'zedelerden tepkiO dönem hayatı karartılan kamu görevlilerinden sadece biri; Varol Yüksel.

Bu ve buna benzer insanlık dışı uygulamaların yapıldığı, hiçbir hukuki dayanağı olmayan icraatların uygulandığı, insan onur ve haysiyetine yakışmayan, ceberrut davranış biçimlerinin sergilendiği böylesine karanlık bir dönemde; zamanın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN bu gözü yaşı, boynu bükük, gönlü kırık, mahzun gönüllere el uzatmış, dertlerine derman olmuş, söndürülen ocaklarının yeniden tüttürülmesine imkân tanımış, iş için müracaat eden personelin büyük kısmını istihdam etmek üzere İBB kadrolarında yer vermişti.   

Oysa o zamanlar 28 Şubat zihniyetinin “Onları, simit satmaya mahkûm edeceğiz” söylemlerinin, boyalı gazetelerin manşetlerinde sürekli yer aldığı zamanlardı… 

Buna mukabil; 
“Onlar atacaklar, biz alacağız” diye merdane bir duruş, azametli bir haykırış, karanlık zihniyete, milli ve yerli olmayan anlayışa karşı; ilkeli, dik ve omurgalı bir tavır sergileyen imanlı bir şahıs olarak karşımıza Recep Tayyip ERDOĞAN çıkmıştı. 

Malum gazetelerde: “Ordu attı, İSKİ kaptı” şeklinde yer alan manşet haberlere karşı, hakiki bir iman, sarsılmaz bir iradeyle, doğru bildiği yolda tek başına bile kalsa yılmayan bir kararlılık abidesi sergileyen bir şahıs olarak karşımıza Recep Tayyip ERDOĞAN çıkmıştı.  

“Hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir” hakikatinin günümüzde uygulayıcısı olarak karşımıza Recep Tayyip ERDOĞAN çıkmıştı… 

Bu dönemde bir avuç yaş zede subay ve astsubay bir araya gelerek ADALETİ SAVUNANLAR (ASDER) adını verdikleri bir dernek kurmuş, yaşanan bütün bu milletin milli ve manevi değerlerine uygun olmayan uygulamaların kamuoyuna duyurulmasını sağlamış, bu uygulamaların önüne geçilmesi temin etmek gayesiyle meşru dairede çalışmalarına başlamıştır.  Bu dönemde canları kadar sevdikleri ordudan atılan ve yaş zede unvanını alarak mağdur edilen subay ve astsubayların mağduriyetlerin giderilmesine yönelik kanun teklifi hazırlıkları yapmıştır. 

ASDER yönetimini yaptığı çalışmaları Başbakanlık makamına sunmuş ve karşılıklı görüşmeler meyvesini vermiş ve Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN, 2011 yılında çıkardığı 6191 sayılı yasa ile mağdur edilen subay ve astsubaylara hatırı sayılır hakların verilmesine vesile olmuştu. 6191 sayılı yasayla; yaş zedelerin mağduriyetleri tam olarak giderilmemiş olmakla beraber bu yasa yaş zedeler tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. 

Yüksek Askeri Şura Kararları ile ordudan atılan yaş zedeler kendileri gibi aynı akıbete uğrayan ve aynı mağduriyetleri yaşayan ancak Yüksek Askeri Şura Kararları ile değil de;  gerek “üçlü kararnamelerle ordudan atılan”, gerek “emekliliğe zorlanmak suretiyle ordudan ayrılmak durumunda bırakılan”, gerekse de “askeri okullarda okumakta iken okuldan atılan” arkadaşlarının söz konusu kanunun kapsamı dışında değerlendirilmesi ve bu haklardan mahrum bırakılmaları yaş zedelerin gönlünde buruk bir sevinç yaşatmıştı. Dolayısıyla adalet tam olarak hakkı ile tecelli etmemiş ve yürekler mahzun bırakılmıştı.    

Yaş zedelerin yarım kalan haklarının tamamlanması ve diğer mağdurların hiç elde edemedikleri haklarının elde edilmesi yönünde çalışmalar devam ederken bu mağduriyetlerin oluşmasında önemli rol oynayan aktörlerin bağımsız yargı tarafından suçlu bulunarak cezaevine konan mahkûmların Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından affedilerek hapishanelerden tahliye edilmeleri yaş zedelerin yüreklerinin bir kez daha burkulmasına sebep olmuştur.   

Oysa;  
Onca mağduriyetler,

Uğranılan zulümler, 

Söndürülen hayaller, 

Karartılan gelecekler elbette yapanların yanında kar olarak kalmamalıdır. 

Kim, başörtülü kızların eğitim hakkını elinden almışsa, 

Kim, ikna odaları kurarak başörtülü kızların eğitim hayatını engellemişse, 

Kim, sandıktan çıkan iradeyi tanımamışsa, 

Kim, yetkilerini halka rağmen kullanmaya kalkmışsa, 

Kim, kendisine emanet edilen tankları, milleti korkutmaya ve sindirmeye yönelik kullanmışsa, 

Kim, “millete karşı gerekirse silah bile kullanabiliriz” demişse, 

Kim, emir-komuta zincirine aykırı oluşumlar içine girmişse, elbette cezalarını sonuna kadar çekmelidirler. 

Yaşanan mağduriyetler öylesine yerli yerinde tüm tazeliğini ile gözler önünde dururken, 

Ve bütün bu fena işleri yapanlarda en küçük bir nedamet, en ufak bir pişmanlık ve en minik bir mahcubiyet hali görünmezken; 

Kim, kimi mağdur etmişse, 

Kim, kimi zulme uğratmışsa, 

Kim, kimin hayallerini söndürmüşse, 

Kim, kimin geleceğini karartmışsa, 

Kim, kimin eğitim hakkını elinden almışsa, 

Kim, kimin işinden olmasına sebep olmuşsa, 

Kim, kimin özel hayatına müdahale etmişse, 

Kim, kimin dini inançlarına saygı duymamışsa, 

Kim, kimin siyasi tercihini sorgulamışsa, 

Kim, sandıktan çıkan iradeyi tanımamışsa, 

Kim, yetkilerini halka rağmen kullanmaya kalkmışsa, 

Kim, kendisine emanet edilen tankları, milleti korkutmaya ve sindirmeye yönelik kullanmışsa, 

Kim, “millete karşı gerekirse silah bile kullanabiliriz” demişse, 

Kim, emir-komuta zincirine aykırı oluşumlar içine girmişse, 

Kim, ikna odaları kurarak başörtülü kızların eğitim hayatını engellemişse,   

Bütün bu mağduriyetlere sebep olanların affedilmesi gerekiyorsa affetme, bağışlama yetkisi mağduriyete uğrayan kişilerde olması gerekirken, bu kişilerin rızası alınmadan yapılan affedilme muamelesi gönüllerde makes bulmadığı gibi gönüllerin bir kez daha yaralanmasına sebep olmuştur. 

Sayın Cumhurbaşkanımızdan YAŞ'zedelerin ve diğer mağduriyete uğrayan kaderdaşlarımızın haklarının tamamıyla verilmesini sağlayacak düzenlemeleri yaparak kırılan kalplerin tamir edilmesine yönelik adımların süratle atılacağına, mağduriyetlerin tam olarak giderileceğine yönelik haklı taleplerimizi bir kez daha tekrarlıyor ve daha önce gösterdiği iradeyi bir kez daha göstereceğinize dair inancımızı muhafaza ediyoruz ve hayırlı işlerinde Sayın Cumhurbaşkanımıza dua ediyoruz... 

YAŞ'zede Varol Yüksel"

Ne olmuştu?
28 Şubat davasında "darbeye teşebbüs" suçundan müebbet hapis cezası almış emekli askerler Fevzi Türkeri, Yıldırım Türker, Aydan Erol, Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Çetin Doğan ve Çevik Bir'in kalan hapis cezaları, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kararıyla 17 Mayıs 2024’te kaldırılmıştı. Karar, 17 Mayıs tarihli Resmi Gazete'de yayımlanmıştı. Af kararına gerekçe olarak hükümlülerin, Adli Tıp Kurumu'nca verilmiş raporlara göre "sürekli hastalık" ve "kocama hali" durumunda olmaları gösterilmişti. 28 Şubat’ın en kudretli ismi olan dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı, 85 yaşındaki emekli orgeneral Çevik Bir, "ileri derecede demans hastası" olması nedeniyle 2022'de cezaevinden tahliye edilmişti.

Hüseyin Ersöz, Doğan'ın avukatı, müvekkilinin 84 yaşındaki Adli Tıp raporunun tahliye için Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın masasında bir yıldır beklediğini belirtmişti. 

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, generallerin affedilmesinin gecikmiş bir adım olduğunu ancak doğru olduğunu ifade etmişti.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, kararı yorumlarken, bu tür kararların geç kalınmış adalete bir katkı sağladığını, ancak bazı insanların hala adaletten yoksun olduğunu belirtmişti. İmamoğlu, gelecekte Gezi davası gibi davalarda hapis cezası alanların da serbest bırakılması gerektiğini dile getirmişti.

Emekli Orgeneral Çevik Bir, 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının gerçekleştirildiği dönemde Genelkurmay 2. Başkanı, emekli Orgeneral Çetin Doğan da Genelkurmay Harekat Başkanı'ydı. Çevik Bir, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'dan bile daha ön planda ve 28 Şubat'ın fiili lideri imajına sahipti. 

Dava süreci

Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 2 Eylül 2013 tarihinde başlayan 28 Şubat davası, Türkiye'nin yakın siyasi tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak kaydedildi. Davada, 103 sanık 28 Şubat sürecinde "Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak" suçlamasıyla yargılandı.

Davanın 5 yıl süren mahkeme süreci Nisan 2018'de sonuçlandı. Mahkeme, 103 sanıktan 21'i hakkında müebbet hapis cezası kararı verdi. 68 sanık ise beraat etti. Dava sürecinde zaman aşımı nedeniyle 10 sanık ile hayatını kaybeden 4 sanık için dava düşürüldü.

Davanın seyrinde dikkat çeken noktalardan biri de dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın durumu oldu. Karadayı, dava süreci devam ederken 26 Mayıs 2020'de hayatını kaybetti.

Yargıtay'ın 9 Temmuz 2021'de verdiği karar ise davanın kritik bir noktası oldu. Yargıtay, 14 sanık hakkında verilen müebbet hapis cezalarını onadı. Bu karar, davada hüküm giyen emekli generallerin rütbelerinin Genelkurmay Başkanlığı'nın kararıyla sökülmesine de yol açtı.

Davanın son dönemlerinde bazı sanıkların sağlık sorunları gündeme geldi. Örneğin, Vural Avar 22 Aralık 2022'de Sincan Cezaevi'nde demans hastalığı nedeniyle hayatını kaybetti. Çevik Bir, Çetin Saner ve Aydan Erol'dan sonra bu ay içinde Hakkı Kılınç da sağlık sorunları sebebiyle tahliye edildi. Orgeneral İlhan Kılıç ile eski Tümgeneral Kenan Deniz'in cezaları ise Ocak 2023'te Cumhurbaşkanı Kararı ile sağlık nedenleriyle kaldırıldı.

28 Şubat sürecinde neler yaşandı?

1996 yılında Refah Partisi (RP) ile Doğru Yol Partisi'nin (DYP) koalisyon hükümeti (Refahyol) döneminde Türkiye'de "irtica" iddiası ile gerginliğin TSK içindeki cunta ve TÜSİAD çevresindeki kimi iş dünyası temsilcileri ve medya eliyle tırmandırılmasıyla başladı. RP lideri ve Başbakan Necmettin Erbakan'ın Libya ziyareti sırasında Muammer Kaddafi'nin Türkiye'ye yönelik sert eleştirilerine sessiz kalması, tarikat şeyhlerine resmi konutunda iftar yemeği vermesi ve Sincan Belediyesi'nin düzenlediği Kudüs Gecesi gibi olaylar, "Laiklik elden gidiyor" kampanyasının zirveye çıkmasına zemin hazırladı.

28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı bu atmosferde gerçekleşti. MGK bildirisinde laikliğin Türkiye'deki demokrasi ve hukukun teminatı olduğu vurgulandı ve hükümete çeşitli taleplerde bulunuldu. Bu talepler arasında 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi, tarikatlara bağlı okulların Milli Eğitim Bakanlığı'na (MEB) devredilmesi, Kuran kurslarının denetlenmesi ve kılık-kıyafet kanununun uygulanması gibi adımlar yer alıyordu.

Bu toplantıdan kısa bir süre sonra, Refah Partisi hakkında "laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu" gerekçesiyle kapatma davası açıldı. Bu süreçte, Genelkurmay Karargahı'nda yüksek düzeydeki gazetecilere, yargı mensuplarına ve bürokratlara "irtica tehdidi"ne karşı brifingler verildiği de biliniyor. Adeta yargı mensupları, bürokratlar ve gazeteciler cuntacı askerler tarafından "kafakol"a alınarak ne yapıp ne yapmamaları gerektiği kendilerine dikte ediliyordu.

Türkiye'de 1997 yılında yaşananları postmodern darbe olarak tarihe geçerken dönemin önde gelen isimleri "darbeye teşebbüs" suçundan yargılanıp hüküm giydiler. 28 Şubat'ı destekleyen kesimler ise "darbeye teşebbüs" ya da "postmodern darbe" de olsa 28 Şubat'ı savunarak bunun "laikliğin korunması" adına yapılması gereken bir hamle olduğu iddasını taşıyorlar.

Bakmadan Geçme