- Haberler
- Aktüel
- Bahçeli'den iki mesaj: İkinci Kandil İsveç'tedir...Kiralardaki dengesiz yükselişlere sessiz kalamayız
Bahçeli'den iki mesaj: İkinci Kandil İsveç'tedir...Kiralardaki dengesiz yükselişlere sessiz kalamayız
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, İsveç ve Finlandiya'nın geçen hafta içinde NATO üyeliğine resmen müracaat etmesi hakkında, 'İsveç, bölücü terörün Kuzey Avrupa'daki kundağı, kuluçkası ve kumanda odasıdır. İkinci Kandil Dağı İsveç'tedir' dedi.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, İsveç ve Finlandiya’nın geçen hafta içinde NATO üyeliğine resmen müracaat etmesi hakkında, “İsveç, bölücü terörün Kuzey Avrupa’daki kundağı, kuluçkası ve kumanda odasıdır. İkinci Kandil Dağı İsveç’tedir” dedi.
MHP Genel Başkanı Bahçeli, partisinin Grup Toplantısında konuştu. Son zamanlardaki konut fiyatlarında ve kiralarda oluşan fahiş fiyat artışlarına dikkat çekerek, gerekli önlemlerin alınması gerektiğini vurgulayan Bahçeli, “Konut fiyatlarıyla birlikte kiralardaki haksız, hukuksuz ve ahlaki hiçbir yanı olmayan artışların sorarım sizlere gerçek sebebi, asıl gayesi nedir? Kiracılarla ev sahipleri arasındaki ihtilafın yoğunlaşmasına hizmet eden, vatandaşlarımızı mağdur hale getiren, ayrıca bakkalda, pazarda, zincir marketlerde soğandan patatese, peynirden yumurtaya, etten süte, bakliyattan diğer gıda ürünlerine varıncaya kadar fiyat etiketlerinin kabarmasına yol açan kim ya da kimler varsa maşeri vicdan karşısında suçludur, sahnelenen kirli oyunun bir parçasıdır. Kiralardaki denetimsiz ve dengesiz yükselişlere sessiz kalamayız. Konut fiyatlarındaki anormal yükselişleri atıl vaziyette seyredemeyiz. Vatandaşlarımızın memnuniyetsizliği bizim de memnuniyetsizliğimizdir. Fakat Türkiye’ye karşı tertip ve temin edilmiş alçak kampanyayı da görmek lazımdır. Kira artışlarıyla konut fiyatlarındaki vahim artışları sınırlandırmak, dar ve orta gelirli vatandaşlarımızı düşünmek, taleplerine kulak vermek mecburiyetindeyiz” ifadelerini kullandı.
“Gıda ürünlerindeki fiyat artışlarının kontrolünü sağlayarak, denetimleri sıklaştırarak cebini doldurmaya çalışan utanmazları cümle aleme hem deşifre hem de rezil etmeliyiz”
Haksız kazanç peşine düşerek, gıda fiyatlarında da fahiş fiyatlar oluşturan, bu alanda da spekülatif adımlar atanlara da müdahale edilmesi gerektiğini vurgulayan Bahçeli, “Haksız kazanç peşine düşen, doymayan kursaklarıyla insanımızın sofrasına ve tenceresine göz koyan fırsatçıların elbette yakasından tutmalıyız, bedelini de ödetmeliyiz. Gıda ürünlerindeki fiyat artışlarının kontrolünü sağlayarak, denetimleri sıklaştırarak cebini doldurmaya çalışan utanmazları cümle aleme hem deşifre hem de rezil etmeliyiz. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaşanan iç ve dış mahreçli ekonomik saldırıların, ekonomide kurulan tuzakların bir benzerine bugün de şahit oluyoruz. Ancak buna tamam demeyeceğiz, boyun eğmeyeceğiz” şeklinde konuştu.
“Kılıçdaroğlu mahcup olacağı hevese şimdiden kapılmasın, diğer zillet yedekleri boşuna heyecan yapmasın”
Türkiye’nin son dönemlerde yaşadığı ekonomik sıkıntıları aşacağını, bir bekleyiş içerisinde olanların planlarının bozulacağının altını çizen Bahçeli, “Kılıçdaroğlu mahcup olacağı hevese şimdiden kapılmasın, diğer zillet yedekleri boşuna heyecan yapmasın, Türkiye’miz manda ve himayecilere, emperyalizme kul köle olanlara, Sorosçu Kavala’yla terörist Demirtaş’ın hayasız hayranlarına teslim olmayacak, teslim edilmeyecek, emanet yere düşürülmeyecektir. Sabırla, sebatla, salabetle, metanetle, dayanışmayla, bir ve beraberce zorlukları aşacağız; sanal korkulukları devirip kavga ve kutuplaşmadan beslenen, yalan ve iftiradan nemalanan firavunları ve yezidin izinden yürüyenleri Allah’ın izniyle mağlup edeceğiz” diye konuştu.
“Abdülhamid’i kimler sevmiyorsa, tedavi edilmemiş kuyruk acısını hala kimler çekiyorsa, onlara dikkat edeceğiz”
Son dönemlerde 34’üncü Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid Han hakkında mesnetsiz söylemlerin arttığını vurgulayan Bahçeli, “Osmanlı İmparatorluğu’nda tahta çıkan hiçbir padişah asla ve kat’a kendi çıkarını devletinin ve milletinin çıkarı üstünde görmemiştir. Bunun yanında Oğuz soyundan kesinlikle hain çıkmamıştır. Son günlerde Osmanlı İmparatorluğu’nun 34’üncü padişahı olan Sultan 2’inci Abdülhamid Han’la ilgili tartışmalar yine alevlenmiştir. 33 yıllık hükümdarlık döneminde yedi düvelle mücadele eden; aklıyla, ahlakıyla, imanıyla, zekâsıyla, sezgisiyle, siyasi maharetiyle İmparatorluğumuzu ayakta tutan hünkârımızı istibdatla bir ananlar tarih cahili olmaları bir yana, milli tarihimize yabancıların gözüyle bakan sefillerdir. Abdülhamid’i kimler sevmiyorsa, tedavi edilmemiş kuyruk acısını hala kimler çekiyorsa, onlara dikkat edeceğiz, çünkü onlar Batı’nın içimize yuvalanmış etki ajanlarıdır, üstelik 1900’lü yılların başında sahnelenen kahpe oyunların günümüzdeki mültezimleridir” açıklamasında bulundu.
“Osmanlı İmparatorluğu bizimdir, Türkiye Cumhuriyeti bizimdir, Atatürk bizimdir, Abdülhamid Han da bizimdir”
Abdülhamid Han’ın seveni kadar sevmeyeni de olduğunu belirten Bahçeli şunları kaydetti:
“Bu sevmeyenler güruhu bizim de sevmediklerimizdir, bizim de sırtımızı döndüğümüz sömürge bakiyeleridir. Abdülhamid’i Ermeni çetecileri sevmez, Siyonizmin müellifleri sevmez, sömürgeciler sevmez, casuslar sevmez, Türk ve İslam düşmanları hiç sevmez. Hamd olsun onu sevenler ona yetecek, Müslüman Türk milleti her daim aziz hatırasını sevgiyle, hürmetle ve rahmetle hatırlayacaktır. Madem tarihi bilmezler, o halde ne diye gerçeğe kara çalmaya çalışırlar? Bu cüretkârlığı, bu küstahlığı nasıl yorumlayalım? Gafiller ne istiyorlar tarihimizden? Neyin istibdadından bahsediyorlar? Bilmedikleri, bilemeyecekleri, tanımadıkları, tanımaya da kafalarının ve kalplerinin yetmeyeceği büyüklerimizi tevsik edilmiş hangi bilgi ya da belgelerle itham ederler? Eğer Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bugünün Abdülhamid’i olarak görülüyorsa, bizce bunun hiçbir mahsuru yoktur, bilakis gurur duyulacak bir övgünün tezahürü ve tezekkürüdür.”
Bahçeli II. Abdülhamid Han ile ilgili açıklamalarını şöyle sürdürdü:
“II. Abdülhamid’i ilk savunan, bu çerçevede kalem ve kelam imtiyazına sahip olan değerli şahsiyet ve fikir insanımız Merhum Hüseyin Nihal Atsız’dır. Ülkü Ocakları’nın Atsız kolundan geldiğini uyduran fasa fiso zihniyetler bu hakikatin ne farkındadır ne de itiraf edecek seciyeye sahiptir. Merhum Atsız açık açık diyordu ki, ‘Abdülhamid, gafletin ve biçareliğin zıddı ne ise, onun en muhteşem temsilcisidir.’ ‘Ulu Hakan Abdülhamid’ isimli bir broşürle üretilmiş yalanlara cevap vermiş, kızıl sultan iftirasına Gök Hakan diyerek karşı koymuştu. Abdülhamid’le ilgili temelsiz görüş ve kanaat paylaşımını kendilerinde hak görenler, önce halkın hissiyatını anlamak, hakikatin imbiğinde damıtılmak zorundadır. Biz ecdadımıza dil uzattırmayız, tarihimize laf ettirmeyiz, zillete düşenlere geçmişimizi yargılatmayız, devşirmelere akıllarını başlarına devşirmelerini de hassaten tavsiye ve tebliğ ederiz. Hele hele, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile Sultan II. Abdülhamid’i cepheleştiren, sudan sebeplerle karşı karşıya getiren kanı bozukları asla affetmeyiz. Osmanlı İmparatorluğu bizimdir, Türkiye Cumhuriyeti bizimdir, Atatürk bizimdir, Abdülhamid Han da bizimdir.”
“İkinci Kandil Dağı İsveç’tedir”
İsveç ve Finlandiya’nın geçen hafta içinde NATO üyeliğine resmen müracaat etmesi hakkında da açıklamalarda bulunan MHP Genel Başkanı Bahçeli şunları söyledi:
“İsveç ve Finlandiya’nın bölücü terör örgütüyle yakın ve dostane irtibatları saklanamaz düzeydedir. Asıl gündem Türkiye’nin endişesini görüşmek değil, kalıcı olarak gidermek ve telafi etmektir. İsveç, PKK’nın önde gelen silah tedarikçileri arasındadır. PKK’lı teröristler İsveç menşeli silahları Türkiye’ye doğrultmuşlar, tetiğe defalarca basmışlardır. Dökülen şehit kanlarında İsveç ve Finlandiya’nın parmak izini nasıl yok sayacağız? Üstelik ıslah olmamış, pişmanlık emaresi göstermemiş, hala sokaklarında teröristleri gezdiren bu devletlere nasıl anlayış göstereceğiz? Bizim değerlendirmemiz şudur: Bilhassa İsveç, bölücü terörün Kuzey Avrupa’daki kundağı, kuluçkası ve kumanda odasıdır. İkinci Kandil Dağı İsveç’tedir. İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’ye karşı yaptırım uyguladığı biliniyorken, bu iki devletle NATO’nun güvenlik şemsiyesi altında eşit sorumluluklarla yer almamız nasıl ve hangi hakla beklenmektedir?”
“Türkiye tamam demeden, vize vermeden, rızası alınmadan bu iki ülkenin hukuken NATO üyesi olması imkansızdır”
Türkiye bağımlı ve tutsak bir ülke olmadığını ve İsveç ile Finlandiya’nın NATO’ya üyeliği noktasında haklı bir duruş sergilediğini belirten Bahçeli, “Mevcut şartlarda, NATO içinde PKK/YPG terör örgütünün arkasında duran, askeri, siyasi ve finansal bazda destek veren ülkelerin varlığı hepimizin malumudur. Gerek İsveç, gerekse de Finlandiya bu desteği aleni şekilde, hiçbir utanma emaresi göstermeden vermektedir. Teröristlerin Türkiye’ye iade talepleri her seferinde reddedilmektedir. PKK’lılar, FETÖ’cüler ellerini kolları sallayarak bu ülkelerde cirit atmaktadır. Bu gelişmeleri dikkate aldığımızda İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelikleri terörizme evet demek, Türkiye düşmanlarına olur vermek anlamına gelecektir. Türkiye tamam demeden, vize vermeden, rızası alınmadan bu iki ülkenin hukuken NATO üyesi olması imkansızdır” açıklamasında bulundu.
“NATO’yla var olmadık, NATO’suz da yok olmayız”
Türkiye’nin 1952 yılından bu yana NATO üyesi olduğunun altını çizen Bahçeli şunları kaydetti:
“Türkiye’nin baskı ve dayatma altına alınıp sürecin oldubittiye getirilmesiyle İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya dahil edilmesi karşısında Ankara kriterleri anında işleme koyulmalıdır. Türkiye seçeneksiz değildir. Türkiye çaresiz değildir. Eğer şartlar içinden çıkılmaz hale bürünürse NATO’dan ayrılmak bile alternatif bir tercih olarak gündeme alınmalıdır. NATO’yla var olmadık, NATO’suz da yok olmayız. Türkiye 1952 yılından bu tarafa NATO üyesidir. Velakin Türkiye NATO’nun doğudaki karakol ülkesi olarak muamele görmüş, krizlerin, darbelerin, toplumsal ve siyasal çalkantıların tahrik merkezinde hep NATO’nun bulunduğu sürekli gündemi işgal etmiştir. Türkiye’nin itirazları ciddiye alınmıyorsa NATO’daki varlığı da ciddiye alınmıyor ve saygı görmüyor demektir. Alsınlar İsveç’i, alsınlar Finlandiya’yı tepe tepe kullansınlar, Rusya’ya karşı yeni bir siper açsınlar. İhtiyaç hasıl olursa, gelişmeler başka bir seçenek bırakmazsa, Türkiye’nin, Türk dünyasının ve 57 İslam ülkesinin da içine katılacağı yeni bir güvenlik teşkilatının kurulması mümkündür, belki de en doğrusu budur.”
“Başbakan Miçotakis ne kadar karşı gelse de, Kıbrıs’ta egemen ve eşitlik temeline dayalı iki devletli çözümden başka bir çıkış yoktur”
Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in ABD ziyareti ve bu ziyaret esnasında yaşanan olaylara da değinen Bahçeli şunları kaydetti:
“Yunanistan Başbakanı’nın ABD Kongresi’nde yaptığı 42 dakikalık konuşmasının 10’u ayakta olmak üzere 37 kez alkışlanması bize göre oldukça düşündürücüdür. Kongre üyelerinin Miçotakis’in konuşmasında ne bulduklarını bilemiyoruz, ama bildiğimiz bir şey varsa o da Türkiye’ye karşı ortak bir paydada yer almış olmalarıdır. 1974 Kıbrıs Barış Harekatını kast ederek, Helenizmin 48 yıldır büyük acı çektiğini, kapanmayan bir yarasının bulunduğunu iddia eden Yunanistan Başbakanı gerçekleri yok saymış, barbarlığı maskelemeye çalışmıştır. Bir defa şunu herkes bilmelidir ki, Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır. Başbakan Miçotakis ne kadar karşı gelse de, Kıbrıs’ta egemen ve eşitlik temeline dayalı iki devletli çözümden başka bir çıkış yoktur. Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklüğünün iradesi bu yöndedir. Ya bunu seve seve kabullenecekler, ya da söke söke bu hedef gerçekleşecektir.”
Bahçeli'nin konuşmasının tam metni
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,
Medyamızın Değerli Temsilcileri,
Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımız münasebetiyle hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.
Yurt içinde ve yurt dışında yaşayan, toplantımızı televizyon ekranlarından, radyo kanallarından, sosyal medya platformlarından takip eden aziz vatandaşlarımızı, gönül ve kültür coğrafyalarımızda hayat mücadelesi veren muhterem kardeşlerimizi selamların en güzeliyle selamlıyorum.
Kalbi vatan ve millet sevdasıyla çarpan her insanımızı hasretle, hürmetle, hususiyetle kucaklıyorum.
Türkiye ne zaman atağa geçse, ne zaman bölgesel ve küresel meselelerde öne çıkıp sivrilse gecikmeksizin siyasi, diplomatik ve ekonomik operasyonlar birbiri ardına sökün etmektedir.
Milletimizin refahından, devletimizin bekasından rahatsızlık duyan iç ve dış işgal cephesiyle yeminli Türkiye düşmanları diriliş ve yükseliş ruhunu baltalamak maksadıyla dört bir koldan harekete geçmektedir.
Aç gözlü faiz ve rant lobisine eşlik eden menfur döviz kuru spekülasyonları, bunun yanında uluslararası derecelendirme kuruluşlarının ahlaksız ve tarafgir tutumları artık sabır ve tahammül sınırlarını çoktan aşmıştır.
Nitekim mızrak çuvalı delip geçmiştir.
Türkiye’nin risk priminde gerçekçi temellere dayanmayan artışları bahane ederek yabancı sermaye girişini kesintiye uğratıp yatırım, ihracat ve büyüme seferberliğini boğmak isteyen, eşzamanlı olarak borç ödeme kabiliyetinde zaaf oluşturmayı amaçlayan kötü niyetli bir tertip körüklenmektedir.
Ekonomik güvenliğimiz, ekonomik istikrarımız, ekonomik geleceğimiz maalesef yayılım ateşine tutulmuştur.
Buna rağmen ekonomideki konjoktürel sarsıntıların atlatılması, döviz fiyatındaki suni yükselişin frenlenmesi, enflasyondaki tırmanışın engellenmesi amacıyla hükümet tedbir üstüne tedbir almaktadır.
Konu ekonomik beka konusudur.
Milliyetçi Hareket Partisi devletimizin ve hükümetimizin alacağı her kararın yanındadır, destekçisidir.
Çünkü Türkiye hepimizindir.
Mevziimiz aynıdır, cephemiz aynıdır, sinemiz aynıdır, bakışımız aynıdır, bir elin nesi varsa Cumhur İttifakı’nın iradesi vardır ve aleyhe çalışan şer odaklarının alayını birden karşılamaya çok şükür kudretimiz yetecektir.
Sürdürdüğümüz mücadele muhasır ve müreffeh bir geleceğin inşa çabasıdır.
Bu yoldan dönmeyeceğiz, geri adım atmayacağız, aciz düşmeyeceğiz, Türkiye sevdamızdan bihakkın ödün vermeyeceğiz.
Özellikle kur ve enflasyonda ekonomik gerçeklerle ters düşen artışların bir süre sonra normalleşeceğine, hazmedilebilir ve makul seviyelerde istikrar kazanacağına inanıyoruz.
Ancak vatandaşlarımızın kesesine dokunan, mutfağına adeta dinamit koyan, geçim şartlarını ağırlaştıran ve şikayetlerinin yaygınlaşmasına neden olan fiyat artışlarının önünü arkasını dikkatle incelemek durumundayız.
Biz daha önce FETÖ’nün sekiz ayağından bahsetmiştik.
Bunların yanında FETÖ’cülerin ticaret hayatını zehirleyerek ekonomik istikrarın bozulması için sürekli arayış içinde oldukları da yadsınmayacak bir gerçektir.
Nitekim Türkiye’yi ekonomik olarak zora sokan, vatandaşlarımızın alım gücünü zayıflatan güdümlü ve siparişi yapılmış fiyat artışlarının geri planında bize göre Türkiye’den intikam almayı hedefleyen mihraklar vardır ve açıkça meydandadır.
Dikkatinizi çekiyorum, FETÖ bu kumpasın tam ortasında bulunan maşadır.
Ülkemizin Rusya-Ukrayna krizine yönelik takdir toplayan dengeli duruşunun, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine sağlam ve tutarlı karşı pozisyonunun, terörle mücadeledeki göz kamaştıran seviyesinin, ekonomi üzerinden açılan kara deliğin genişletilerek tesirsiz hale getirilmesi planlanmaktadır.
FETÖ’cüler, sıcak para çeteleri, köksüz sermaye grupları, bunların yerli uzantıları, içimize kadar sızmış meşum ayakları, küresel tefeciler, ekonomik tetikçiler, emperyalizme gönüllü casusluk yapan kokuşmuşlar Türkiye’nin ekonomik olarak köşeye sıkışması, milletimizin hayat pahalılığın içine gömülmesi amacıyla faaliyet içindedir.
Konut fiyatlarıyla birlikte kiralardaki haksız, hukuksuz ve ahlaki hiçbir yanı olmayan artışların sorarım sizlere gerçek sebebi, asıl gayesi nedir?
Kiracılarla ev sahipleri arasındaki ihtilafın yoğunlaşmasına hizmet eden, vatandaşlarımızı mağdur hale getiren, ayrıca bakkalda, pazarda, zincir marketlerde soğandan patatese, peynirden yumurtaya, etten süte, bakliyattan diğer gıda ürünlerine varıncaya kadar fiyat etiketlerinin kabarmasına yol açan kim ya da kimler varsa maşeri vicdan karşısında suçludur, sahnelenen kirli oyunun bir parçasıdır.
Kiralardaki denetimsiz ve dengesiz yükselişlere sessiz kalamayız.
Konut fiyatlarındaki anormal yükselişleri atıl vaziyette seyredemeyiz.
Vatandaşlarımızın memnuniyetsizliği bizim de memnuniyetsizliğimizdir.
Fakat Türkiye’ye karşı tertip ve temin edilmiş alçak kampanyayı da görmek lazımdır.
Kira artışlarıyla konut fiyatlarındaki vahim artışları sınırlandırmak, dar ve orta gelirli vatandaşlarımızı düşünmek, taleplerine kulak vermek mecburiyetindeyiz.
Haksız kazanç peşine düşen, doymayan kursaklarıyla insanımızın sofrasına ve tenceresine göz koyan fırsatçıların elbette yakasından tutmalıyız, bedelini de ödetmeliyiz.
Gıda ürünlerindeki fiyat artışlarının kontrolünü sağlayarak, denetimleri sıklaştırarak cebini doldurmaya çalışan utanmazları cümle aleme hem deşifre hem de rezil etmeliyiz.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaşanan iç ve dış mahreçli ekonomik saldırıların, ekonomide kurulan tuzakların bir benzerine bugün de şahit oluyoruz.
Ancak buna tamam demeyeceğiz, boyun eğmeyeceğiz.
CHP’nin, İP’in, zillet ittifakının diğer ortaklarının felaket korosunda buluşmaları beyhudedir, Türk milleti bu sahte demokratlara, safralaşmış demagoglara aldanmayacak, aldırmayacaktır.
Mazisinde karneyle ekmek verilen hüzün dolu yılların olduğu CHP’nin ve başındaki zatın konuşmaya esasen yüzü bile yoktur.
Ekonomik kanaldan yürütülen sistemli ve şiddetli baskılara ant olsun sonuna kadar direneceğiz, milletimizin ve devletimizin yanında sapasağlam yerimizi alacağız.
Ruhu bedeninden başıboş gezenlerin bize anlatacak hiçbir şeyi yoktur.
Tasarlanmış kahramanlıklara karnımız toktur.
Proje siyasetçilere mesafemiz kapanmayacak derecede çoktur.
Biz mürekkebin bile olmadığı yıllarda, soba borularında biriken kurumları toplayarak bezir yağıyla karıştırıp yazıya döken bir ceddin ahfadıyız.
Milli Mücadele’nin en zorlu zamanlarında, biriktirilmiş kefen paralarını devletine bağışlayan vatanperver yüreklerin mirasçılarıyız.
Ekmek yerine süpürge tohumunun yenildiği, kavrulup öğütülen, sonra da kaynatılan nohudun kahve niyetine içildiği dönemleri unutmuş değiliz.
Gazyağı yokken, lambada haşhaş yağı kullanılan yıllar aklımızdan çıkmamıştır.
Milli güvenliğimiz neyse ekonomik güvenliğimiz odur.
Biz tarihten dersimizi aldık, aynı yerimizden bir defa daha ısırılmamak için de karar verdik, irade gösterdik, yemin ettik.
Kılıçdaroğlu mahcup olacağı hevese şimdiden kapılmasın, diğer zillet yedekleri boşuna heyecan yapmasın, Türkiye’miz manda ve himayecilere, emperyalizme kul köle olanlara, Sorosçu Kavala’yla terörist Demirtaş’ın hayasız hayranlarına teslim olmayacak, teslim edilmeyecek, emanet yere düşürülmeyecektir.
Sabırla, sebatla, salabetle, metanetle, dayanışmayla, bir ve beraberce zorlukları aşacağız; sanal korkulukları devirip kavga ve kutuplaşmadan beslenen, yalan ve iftiradan nemalanan firavunları ve yezidin izinden yürüyenleri Allah’ın izniyle mağlup edeceğiz.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yıl dönümü olan 2023 aynı zamanda istiklal haysiyetimizin, aynı şekilde istikbal hedeflerimizin daha da müessir adımlarla ileriye taşınmasını sağlayacak tarihi bir eşiktir.
Cumhuriyet’in kurucu değerleri, kuruluşun felsefi derinliği cumhurun iradesiyle, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin demokratik itibar, irat ve irtifakıyla gücüne güç katacaktır.
100 yıllık hayranlık uyandıran müktesebat 2023’de perçinlenerek önümüzdeki bin yılların hamurunu yoğuracaktır.
Türkiye Cumhuriyeti, Türk’ün ateşle imtihanından alnının akıyla çıkışının aziz emaneti, bir diğer anlatımla Milli Mücadele’nin inkarı ve ihmali mümkün olmayan zafer tacıdır.
1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nda Yeşilköy’e kadar gelen ve burada karargâh kuran muhasım güçlerin komutanı dönemin Rus Çarı’na şu telgrafı göndermişti:
“Uzakta Ayasofya’nın minareleri görünüyor. Bizi durduracak hiçbir kuvvet yok. İstanbul’a girmek için müsaadenizi bekliyorum.”
Söz konusu mütekebbir komutanın beklediği izin verilmese de, müteakip dönemler İmparatorluğumuz adına acıklı, hüzünlü ve kayıplarla dolu fırtınalı yıllardı.
1923’e gelesiye kadar pek çok badireye maruz kaldığımız tarihi vesikalarla, yaşanmış ızdırap verici gelişmelerle sabittir, varittir.
Her gün bir yerinden yara alan, her fırsatta saldırı ve suikasta maruz kalan Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim kademesinde elbette sorumsuz, düşüncesiz, hatta işbirlikçilik anaforuna kapılmış yöneticiler de vardı ve biliniyordu.
Milletin onur ve şerefini, göğüslerinde iftiharla taşıdıkları nişan ve madalyalar kadar dert etmeyen, önemsemeyen, değer vermeyen devşirilmiş ve iradesini devretmiş bir kısım devlet ricali makus çöküşe doğrudan veya dolaylı hizmet etmişlerdi.
Ancak şu mutlak gerçeğin altı da çizmelidir ki, Osmanlı İmparatorluğu’nda tahta çıkan hiçbir padişah asla ve kat’a kendi çıkarını devletinin ve milletinin çıkarı üstünde görmemiştir.
Bunun yanında Oğuz soyundan kesinlikle hain çıkmamıştır.
Son günlerde Osmanlı İmparatorluğu’nun 34’üncü padişahı olan Sultan 2’inci Abdülhamid Han’la ilgili tartışmalar yine alevlenmiştir.
33 yıllık hükümdarlık döneminde yedi düvelle mücadele eden; aklıyla, ahlakıyla, imanıyla, zekâsıyla, sezgisiyle, siyasi maharetiyle İmparatorluğumuzu ayakta tutan hünkârımızı istibdatla bir ananlar tarih cahili olmaları bir yana, milli tarihimize yabancıların gözüyle bakan sefillerdir.
Abdülhamid’i kimler sevmiyorsa, tedavi edilmemiş kuyruk acısını hala kimler çekiyorsa, onlara dikkat edeceğiz, çünkü onlar Batı’nın içimize yuvalanmış etki ajanlarıdır, üstelik 1900’lü yılların başında sahnelenen kahpe oyunların günümüzdeki mültezimleridir.
“Bütün hayatın boyunca vasati bin kişi tanıyacaksın. Bunun beş yüzü seni sevecek, diğer beş yüzü sevmeyecek. Herkes seni seviyorsa sen iki yüzlüsün. Seni hiç kimse sevmiyorsa bu durumda sen kötüsün. Fakat yarısı sevip yarısı da sevmiyorsa sen mükemmel bir insansın, evliyadan birisin.” diyen ve taşı gediğine yerleştiren Merhum Hocamız Prof.Dr. Süheyl Ünver haksız mıdır? Hatalı mıdır?
Abdülhamid Han’ın seveni kadar sevmeyeni de vardır ve doğaldır.
Bu sevmeyenler güruhu bizim de sevmediklerimizdir, bizim de sırtımızı döndüğümüz sömürge bakiyeleridir.
Abdülhamid’i Ermeni çetecileri sevmez, Siyonizmin müellifleri sevmez, sömürgeciler sevmez, casuslar sevmez, Türk ve İslam düşmanları hiç sevmez.
Hamd olsun onu sevenler ona yetecek, Müslüman Türk milleti her daim aziz hatırasını sevgiyle, hürmetle ve rahmetle hatırlayacaktır.
Madem tarihi bilmezler, o halde ne diye gerçeğe kara çalmaya çalışırlar? Bu cüretkârlığı, bu küstahlığı nasıl yorumlayalım?
Gafiller ne istiyorlar tarihimizden? Neyin istibdadından bahsediyorlar?
Bilmedikleri, bilemeyecekleri, tanımadıkları, tanımaya da kafalarının ve kalplerinin yetmeyeceği büyüklerimizi tevsik edilmiş hangi bilgi ya da belgelerle itham ederler?
Eğer Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bugünün Abdülhamid’i olarak görülüyorsa, bizce bunun hiçbir mahsuru yoktur, bilakis gurur duyulacak bir övgünün tezahürü ve tezekkürüdür.
Hürmetle, rahmetle andığımız Merhum Hünkârımız 2’inci Abdülhamid Han hatıralarında şöyle demişti:
“Ben hiçbir vakit haşa müstebitlik etmedim. Mutlaka kendi fikrimin de kabul olunmasını istemedim. Cumhur da olsa tabiidir ki kendi fikrini vükelasına bildirecek… Benim fikrim bu meselede şu merkezdedir… Siz de müzakere edin… Kabul ederseniz icra edersiniz. Bir mahsuru varsa tabii icra edilemez demeye hakkınız vardır…”
Yine demişti ki, namertle mücadele ederken mert kalmak zordur.
Fakat her zaman mert oldu, namerdin oyununu bozdu, hain ve işbirlikçilerin uykularını kaçırdı.
Şu hatırlatmayı da özellikle yapmam gerekiyor; 2’inci Abdülhamid’i ilk savunan, bu kapsamda kalem ve kelam imtiyazına sahip olan değerli şahsiyet ve fikir insanımız Merhum Hüseyin Nihal Atsız’dır.
Ülkü Ocakları’nın Atsız kolundan geldiğini uyduran fasa fiso zihniyetler bu hakikatin ne farkındadır ne de itiraf edecek seciyeye sahiptir.
Merhum Atsız açık açık diyordu ki:
“Abdülhamid, gafletin ve biçareliğin zıddı ne ise, onun en muhteşem temsilcisidir.”
Ve “Ulu Hakan Abdülhamid” isimli bir broşürle üretilmiş yalanlara cevap vermiş, kızıl sultan iftirasına Gök Hakan diyerek karşı koymuştu.
Abdülhamid’le ilgili temelsiz görüş ve kanaat paylaşımını kendilerinde hak görenler, önce halkın hissiyatını anlamak, hakikatin imbiğinde damıtılmak zorundadır.
Biz ecdadımıza dil uzattırmayız, tarihimize laf ettirmeyiz, zillete düşenlere geçmişimizi yargılatmayız, devşirmelere akıllarını başlarına devşirmelerini de hassaten tavsiye ve tebliğ ederiz.
Hele hele, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile Sultan 2’inci Abdülhamid’i cepheleştiren, sudan sebeplerle karşı karşıya getiren kanı bozukları asla affetmeyiz.
Osmanlı İmparatorluğu bizimdir, Türkiye Cumhuriyeti bizimdir, Atatürk bizimdir, Abdülhamid Han da bizimdir.
Fitne çıkaranlar, nifak elebaşları, müzevirler, müstebit zihniyetler, münafık ve müfsit emeller bizim gibi görünseler de katiyen bizden değildir.
Atatürk Ankara ise Abdülhamid Han İstanbul’dur.
Atatürk Dolmabahçe ise Abdülhamid Han Yıldız’dır.
Atatürk ay yıldızlı al bayrak Abdülhamid Han da üç hilaldir.
İkisini birbirinden ayırmak ne mümkün, Türk milletinin iki büyük değeri, hayır duayla anılacak iki kutlu ismidir.
Dedelerimize hakaret edenler zillettedir.
Milli ve manevi değerlerimize dil uzatanlar ziyandadır ve istikametleri mefluçtur.
Şunu da temiz bir vicdanla ifade ve iddia ederiz ki, Atatürk’ü seven Abdülhamid’i de sever, birisini diğerine tercih eden, birisini diğerinden üstün tutan bataktadır, sakat ve savruk bir mantığın esareti altındadır.
İyisiyle kötüsüyle geçmişte yaşamış her kim varsa ve yaşanmış her ne olay bulunuyorsa duygularımızla değil, bugünün ölçüleriyle değil, şuurumuzun pırıltılarıyla ve kendi zamanlarının şartlarıyla değerlendirmeliyiz.
Bu vesileyle başta 2’inci Abdülhamid ve Aziz Atatürk olmak üzere, muhterem büyüklerimizi, büyük ceddimizi rahmetle, minnetle, hürmetle anıyor, Rabbim her birisinden razı olsun diyorum.
Değerli Milletvekilleri,
İsveç ve Finlandiya’nın geçtiğimiz hafta içinde NATO üyeliğine resmen müracaat etmesi, bu müracaatın zamanlamasıyla birlikte gerekçeleri, Türkiye’nin haklı itirazlarının yanı sıra bahse konu iki ülkenin küresel güvenlik mimarisine muhtemel etkileri tüm boyutlarıyla tartışılmaktadır.
NATO Genel Sekreteri Finlandiya ile İsveç’in üyelik müracaatlarının bir an evvel işleme sokulmasını ifade etmiş, bu minvalde karşılıklı istikşafi görüşmeler de başlamıştır.
ABD Başkanı Biden, bu iki ülkeyle sıcak ilişki halindedir ve resmi üyelikleri için sabırsızlanırken tam destek açıklaması yapmıştır.
Ayrıca ABD yönetimi Finlandiya’yı pozitif ayrıştırıp İsveç’i dışarıda bırakacak bir çözüm teklifine mesafeli pozisyonunu ısrarla ve inatla korumaktadır.
Çünkü ABD ile İsveç arasında savunma, istihbarat ve askeri alanlarda köklü işbirliği süreci uzun bir süredir devrededir.
Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliği hususundaki isabetli çekinceleri, düştüğü makul şerhleri, gündeme getirdiği haklı itirazları henüz muhatapları tarafından dikkate alınmamıştır.
Laf kalabalığı vardır, ama sonuç yoktur.
Finlandiya Cumhurbaşkanı Türkiye’nin endişelerini görüşmeye hazır olduklarını söylemiştir.
Bildik bir endişeyi müzakere etmek zaman kaybı değildir de nedir?
İsveç ve Finlandiya’nın bölücü terör örgütüyle yakın ve dostane irtibatları saklanamaz düzeydedir.
Asıl gündem Türkiye’nin endişesini görüşmek değil, kalıcı olarak gidermek ve telafi etmektir.
İsveç, PKK’nın önde gelen silah tedarikçileri arasındadır.
PKK’lı teröristler İsveç menşeli silahları Türkiye’ye doğrultmuşlar, tetiğe defalarca basmışlardır.
Dökülen şehit kanlarında İsveç ve Finlandiya’nın parmak izini nasıl yok sayacağız? Üstelik ıslah olmamış, pişmanlık emaresi göstermemiş, hala sokaklarında teröristleri gezdiren bu devletlere nasıl anlayış göstereceğiz?
Bizim değerlendirmemiz şudur: Bilhassa İsveç, bölücü terörün Kuzey Avrupa’daki kundağı, kuluçkası ve kumanda odasıdır.
İkinci Kandil Dağı İsveç’tedir.
İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’ye karşı yaptırım uyguladığı biliniyorken, bu iki devletle NATO’nun güvenlik şemsiyesi altında eşit sorumluluklarla yer almamız nasıl ve hangi hakla beklenmektedir?
Uzaktan bakılınca eline vurulup ekmeğinin alınacağı bir ülke olduğumuz mu zannedilmektedir?
Katillere, canilere, teröristlere kol kanat geren ülkelerle aynı safta, aynı hizada, aynı güvenlik mimarisi çatısı altında bulunursak, şehitlerimize, gazilerimize, aziz milletimize ne söyleriz, haklarını helal etmelerini hangi yüzle isteriz?
Türkiye’ye silah ambargosu uygulayan, terörizme çanak tutan sabıkalı ülkelerle bir ve beraber olmamız akıl harcı mıdır?
Az evvel dile getirmiştim, Türkiye’nin risk primindeki yükselişi ifade etmiştim.
İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine engel çıkarınca Türkiye’nin risk primi son 14 yılın rekorunu kırmıştır.
Yurt dışına satılan hazine bonosu ve devlet tahvillerinin geri ödenmesine karşı belirlenen sigorta bedeli olan risk priminin silah olarak kullanılması dost ve müttefikliğin neresine, hangi kitabına sığmaktadır?
Türkiye’nin susması, sinmesi ve sessiz kalması mı amaçlanmaktadır?
Siyasi ve diplomatik vasıtalarla sonuç alamayanlar bu defa da ekonomi kartını masaya mı sürmektedir? Bu edepsizliği, bu hasmane tavrı görmezden mi gelelim? Olağan mı karşılayalım? Buyurun, emriniz neyse onu yapalım mı diyelim?
Türkiye bağımlı ve tutsak bir ülke değildir.
Türkiye sömürgeleşmiş bir ülke olamayacaktır.
Biz kendi kararımızı, kendi duruşumuzu milletimizin ve devletimizin hak ve çıkarlarına göre tayin ve tespit edecek kadar cesuruz ve kararlıyız.
Hiç kimse Türkiye’yi tehdit etmeye yeltenmesin.
Terör örgütü PKK/YPG’yi İsveç ve Finlandiya üzerinden NATO’ya fiili ortak yapmaya asla teşebbüs etmesin.
Yanlış adımın döneceği mercii başkent Ankara’nın tarihi iradesi, Türk milletinin asil varlığıdır.
İsveç hükümeti, terörizme mali imkan sağladı, silah verdi, teröristleri ülkesinde ağırladı, yaralı hainleri tedavi ettirdi, bununla yetinmedi parlamentosuna taşıdı, Başbakanının bile göreve gelmesinde terör örgütü uzantılarının dahli ve desteği görüldü.
Şimdi bu İsveç’in NATO’ya girmesi nasıl mümkün olacak?
Türk milleti bu zillete nasıl tamam diyecek?
FETÖ’cülere muhalif grup diyenler, PKK/YPG’li teröristleri aktivist diye tanımlayanlar Türkiye’yle müttefikliği nasıl hak edecek? Türk milletinin terazisi bu melanet ağırlığı nasıl çekecek?
Anlayan ve anlatmaya hazır olan varsa beri gelsin.
Diyor ya Merhum Sezai Karakoç; “anlamak masraflı iştir: Emek ister, samimiyet ister. Yanlış anlamak kolaydır oysa; biraz kötü niyet, biraz da cahillik kafidir.”
Onlar bizi yok saysalar da biz daha çok var olacağız.
Onlar bizi hafife alsalar da biz daha güçlü duracağız.
Onlar karşımızda saf saf toplansalar da, hepsinin bileğini Cumhur İttifakı olarak bükeceğiz.
Hakkımızdan vazgeçmeyeceğiz, hakkımızı yedirmeyeceğiz, asrın idrakine Türk milletinin şan ve şerefini şakır şakır söyleteceğiz.
İsveç ve Finlandiya, jeopolitik özerklik olarak ifade edilebilecek pozisyonlarını terk ederek kolektif bir savunma güvenliği içinde yer alma gerekçesini NATO ile Rusya'nın karşılıklı genişleme hamlelerinin ortaya koyduğu güvenlik endişeleriyle açıklamışlardır.
Her iki Kuzey Avrupa ülkesinin şimdiye kadar NATO'ya üye olmamasının asıl nedeni Rusya'nın NATO'yu dengeleyici askeri kabiliyetidir.
Şayet Rusya Ukrayna’da hedeflerine ulaşmış olsaydı İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği hususunda bugünkü gibi iştahlı ve istekli davranmayacağını söylemek afaki bir değerlendirme sayılmamalıdır.
Mevcut şartlarda, NATO içinde PKK/YPG terör örgütünün arkasında duran, askeri, siyasi ve finansal bazda destek veren ülkelerin varlığı hepimizin malumudur.
Gerek İsveç, gerekse de Finlandiya bu desteği aleni şekilde, hiçbir utanma emaresi göstermeden vermektedir.
Teröristlerin Türkiye’ye iade talepleri her seferinde reddedilmektedir.
PKK’lılar, FETÖ’cüler ellerini kolları sallayarak bu ülkelerde cirit atmaktadır.
Bu gelişmeleri dikkate aldığımızda İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelikleri terörizme evet demek, Türkiye düşmanlarına olur vermek anlamına gelecektir.
Türkiye tamam demeden, vize vermeden, rızası alınmadan bu iki ülkenin hukuken NATO üyesi olması imkansızdır.
Haziran ayının sonunda Madrid’te toplanacak NATO Liderler Zirvesi’ne kadar İsveç ve Finlandiya’nın karar ve iradesinde keskin bir dönüş yapacağına dair herhangi bir emare de henüz ortada yoktur.
Türkiye’nin baskı ve dayatma altına alınıp sürecin oldubittiye getirilmesiyle İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya dahil edilmesi karşısında Ankara kriterleri anında işleme koyulmalıdır.
Türkiye seçeneksiz değildir.
Türkiye çaresiz değildir.
Eğer şartlar içinden çıkılmaz hale bürünürse NATO’dan ayrılmak bile alternatif bir tercih olarak gündeme alınmalıdır.
NATO’yla var olmadık, NATO’suz da yok olmayız.
Türkiye 1952 yılından bu tarafa NATO üyesidir.
Velakin Türkiye NATO’nun doğudaki karakol ülkesi olarak muamele görmüş, krizlerin, darbelerin, toplumsal ve siyasal çalkantıların tahrik merkezinde hep NATO’nun bulunduğu sürekli gündemi işgal etmiştir.
Türkiye’nin itirazları ciddiye alınmıyorsa NATO’daki varlığı da ciddiye alınmıyor ve saygı görmüyor demektir.
Alsınlar İsveç’i, alsınlar Finlandiya’yı tepe tepe kullansınlar, Rusya’ya karşı yeni bir siper açsınlar.
İhtiyaç hasıl olursa, gelişmeler başka bir seçenek bırakmazsa, Türkiye’nin, Türk dünyasının ve 57 İslam ülkesinin da içine katılacağı yeni bir güvenlik teşkilatının kurulması mümkündür, belki de en doğrusu budur.
Mesela, “Asya ve Ortadoğu Güvenlik Örgütü” ismiyle kurulacak güvenlik teşkilatı aynı zamanda NATO’nun dünya genelinde dengelenmesini de sağlayacaktır.
Kim nereye doğru genişliyorsa genişlesin, NATO kimi üye yapıyorsa yapsın, buna karşılık Türk ve İslam ruhunun ayağa kalkıp genişlemesi küresel dengeleri kökten değiştirecek, bölgesel hesapları muhataplarının kursağında bırakacaktır.
Geldiğimiz bu aşamada Milliyetçi Hareket Partisi’nin değerlendirmesi ve önerisi ana hatlarıyla budur.
Değerli Milletvekilleri,
Yunanistan Başbakan’ın ABD ziyareti, bu ziyaret esnasında yaşanan kuşkulu ve ilkesiz sahneler, Türkiye ve Kıbrıs Türklüğü’ne karşı derinleşen önyargıyı tekraren gözler önüne sermiştir.
ABD ile Yunanistan aynı çizgide buluşmuşlardır.
Yunanistan Başbakanı’nın ABD Kongresi’nde yaptığı 42 dakikalık konuşmasının 10’u ayakta olmak üzere 37 kez alkışlanması bize göre oldukça düşündürücüdür.
Kongre üyelerinin Miçotakis’in konuşmasında ne bulduklarını bilemiyoruz, ama bildiğimiz bir şey varsa o da Türkiye’ye karşı ortak bir paydada yer almış olmalarıdır.
1974 Kıbrıs Barış Harekatını kast ederek, Helenizmin 48 yıldır büyük acı çektiğini, kapanmayan bir yarasının bulunduğunu iddia eden Yunanistan Başbakanı gerçekleri yok saymış, barbarlığı maskelemeye çalışmıştır.
Bir defa şunu herkes bilmelidir ki, Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır.
Başbakan Miçotakis ne kadar karşı gelse de, Kıbrıs’ta egemen ve eşitlik temeline dayalı iki devletli çözümden başka bir çıkış yoktur.
Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklüğünün iradesi bu yöndedir.
Ya bunu seve seve kabullenecekler, ya da söke söke bu hedef gerçekleşecektir.
Helenizmin sözde acılarını ileri süren Yunanistan Başbakanı, Kıbrıs Türklüğüne yapılan katliamları, kanlı saldırıları, işkence ve mezalimleri ne zaman hatırlayacak, ne zaman itiraf ve ifade edecek şerefli duruşu gösterecektir?
Kıbrıs’ın kaderi Helenizm değil, Türklüktür.
ABD’nin kanatları altına korkakça sığınıp ileri geri konuşan bu Başbakanının Batı’nın piyonluğuna talip olması tarihi bir kırılma, onursuz bir acziyettir.
Mavi Vatan haritasını ABD Başkanıyla görüşmesinde gündeme getirip Türkiye’yi aklınca şikayet eden Miçotakis, dedeleri gibi sinsidir, namerttir, Türkiye düşmanlığını siyasi rant kapısı görecek kadar küçülmüş ve hesap hatası yapmıştır.
Türk milleti Yunanistan’ın taciz ve tahrik siyasetine sonuna kadar direnecek, Akdeniz ve Ege’deki saldırganlıklara her şartta göğüs gerecektir.
Türkiye çevresindeki kuşatmayı yaracak, muhasımların projelerini buruşturup yüzlerine fırlatacak azim ve kararlılıktadır.
Tüm bunlar oluyorken, zillet ittifakının Türkiye’nin yanında duruş gösterdiğini, milli haklarımızı ve milli güvenliğimizi savunduğunu duyanınız, göreniniz var mıdır?
Yunanistan’a karşı sesini yükselten bir CHP’den bahsetmek mümkün müdür?
İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğiyle ilgili tartışmalarda Türkiye’nin lehine bir yorum, bir değerlendirme, bir görüş paylaşan, bu kapsamda milletimizin hissiyatına tercüman olan muhalefet zihniyetinden söz edilebilecek midir?
Bu zillet ittifakı kimlerin dümen suyundadır?
Kimlerin talimatı, telkini ve tembihi altındadır?
Bre Allah’tan korkmaz, kuldan utanmazlar, Türkiye’nin milli çıkarlarını, milletimizin tarihi emanetlerini ne zaman müdafaa etmeyi düşünüyorsunuz? Daha ne olmasını bekliyorsunuz?
Bunların ağzını bıçak açmıyor, sanki hiçbir şey olmamış ve olmuyor gibi siyasi istismarlarına devam ediyorlar.
Ne acımızda varlar, ne de sevincimize ortaklar.
Fedakarlık deseniz ortaklıkta hiç yoklar.
Faziletleri kalmamış, millet ve vatan sevgileri bitmiş ve tükenmiş.
Kılıçdaroğlu’nun, 21 Mayıs 2022 tarihinde İstanbul Maltepe’de yaptığı miting esnasında, platforma üşüşen bir avuç hainin “her yer kandil, her yer direniş” sloganına ne bir tepki ne de bir itiraz duyulmuştur.
ABD Büyükelçiliğinin mezkur miting öncesi kendi vatandaşlarını muhtemel olay çıkabileceği yönünde uyarması ise işin özünde CHP’yle paslaşmak, danışıklık dövüş bir kurgu, provokatif bir hamledir.
Bunu görüyoruz, emel ve hedef birlikteliği içinde olanların farkındayız.
Sayın Kılıçdaroğlu, Yozgat’ta hani Kandil’i yerle yeksan edeceğini söylüyordun? Boş beleş konuşuyordun. Boşa sallayıp dolu tutmanın arayışındaydın. Ne oldu? “Milletin Sesi” ismiyle düzenlediğiniz mitinge Kandil’i taşımak isteyen vatan hainlerine niye bir şey demedin, diyemedin?
“Ne geziyorsunuz, ne yapıyorsunuz, ne Kandil’i, PKK terör örgütüdür, siz de teröristsiniz” çıkışını neden yapamadın?
Kılıçdaroğlu’nun Maltepe Mitingi, HDP’nin, PKK’nın, FETÖ’nün, Pontus özlemi çeken çürümüşlerin mitingidir.
Atatürk Havalimanı’nı kast ederek, “bu işte bir damla mürekkebi olan herkes vatan hainidir” diyen Kılıçdaroğlu asıl damgalı hainleri, asıl gedikli işbirlikçileri görmek ve bilmek istiyorsa derhal çevresine ve ittifak içinde olduğu cinayet ve suç örgütlerine bakmalıdır.
Ülke elden gidiyormuş, Kılıçdaroğlu’nun iddiası budur.
Ülkenin bir yere gittiği falan yoktur, giden, gidecek olan ve bir daha da dönmesi hayal olan zillet ittifakının ta kendisidir.
Cumhurbaşkanı adaylığına iyice ısınan, ittifak ortaklarına çalım atan Kılıçdaroğlu, “mükemmel olmasak da mükemmel bir göreve talibiz” diyecek kadar akli ve zihni melekelerini yitirmiştir.
Sayın Kılıçdaroğlu, Dersim sayfasını yeniden açıp yeni bir isyan teşebbüsünü aklından geçiriyorken, Türk milleti seni Cumhurbaşkanı yapmaz, yapamaz, yapmayacaktır.
Boşuna çırpınma, layık olmayan, ehil olmayan, milli olmayan, yeterli olmayan, dahası yüreğinde kin ve nefreti barındıran şahsına cumhurun başkanlığı reva ve müstahak görülemez.
Kılıçdaroğlu’nun yolu yol değildir.
Birlikte yürüdüğü çıkar ortakları kendisi gibi doğru değildir.
Türk milleti 2023 yılının Haziran ayında seçimini yapacak Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan bir kez daha ve açık ara farkla seçilecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı da tarihi bir zafere imza atacaktır.
O zaman geldiğinde zillet ittifakı yalnızca nal toplayacak, Kılıçdaroğlu ile yuvarlak masada oturan marjinalleşmiş parti başkanları saklanacak yer arayacaklardır.
Muhterem Arkadaşlarım,
Dünya Kadınlar Boks Şampiyonası’nda 5 altın, 2 bronz madalya; Avrupa Tekvando ve Para Tekvando Şampiyonası’nda da 9 altın, 5 gümüş, 5 bronz madalya kazanan evlatlarımızı, antrenörlerini ve federasyon yönetimlerini yürekten kutluyorum.
Bizlere haklı bir gurur yaşatan kardeşlerimize özellikle teşekkür ediyorum.
Anadolu Efes basketbol takımımızın üst üste ikinci kez Avrupa Şampiyonu olmasından dolayı da büyük bir bahtiyarlık duyuyorum.
Final karşılamasında Real Madrid’i yenen Anadolu Efes’in değerli oyuncularını, teknik kadroyu, federasyon yönetimini ayrı ayrı tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum.
Çok şükür peş peşe aldığımız sevindirici haberlerden birisi de voleybol alanındadır.
Vakıfbank Kadın Voleybol Takımımız, Avrupa Voleybol Konfederasyonu Şampiyonlar Ligi Süper Finali’nde İtalyan rakibini yenerek 2021-2022 sezonunda bir kez daha şampiyon olmuştur.
Şampiyon takımımızı, başarılı sporcularımızı, teknik ekibi ve federasyon yönetimini candan kutluyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken siz değerli milletvekili arkadaşlarımı hürmetle ve muhabbetle selamlıyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.