1 Ocak 2001 yılında Türk Medeni Kanunu'nda bazı önemli değişiklikler yapıldı. "Ailenin reisi kocadır." ibaresi kaldırıldı.
5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) yapılan bir değişiklikle “evlilik içi tecavüz” kavramı getirildi.
Avrupa Birliğinin dayatmaları ile zina suç sayılmaktan çıkarıldı.
2010 yılında, Anayasa'nın 41 maddesinde yer alan "Aile, Türk toplumunun temelidir." ifadesinin yanına "ve eşler arasında eşitliğe dayanır." hükmü eklendi.
29 Kasım 2011'de Resmi Gazete'de yayınlanan ve 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren AB’ye uyum kapsamında yapılan anlaşma ile “LGBT'ler sözleşmenin 4. maddesi gereği yasal güvence altına alındı.
Aynı sözleşmenin 48. Maddesine göre karı-koca arasındaki problemlerde, "arabuluculuk ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere" alternatif "çatışma çözüm süreçleri" yasaklandı.
6284 sayılı kanunun uygulama yönetmeliği 18 Ocak 2013 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlandı. Yönetmeliğin 30. maddesinin 3. bendi şöyle demektedir:
"Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Kararın verilmesi, Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez."
“Türkiye’de aileyi kamunun denetimine açmak” konulu yazısında son 15-20 yılın güzel bir özetini çıkarmış yazar Mücahit Gültekin.
Biz nasıl bir aile modeli istiyoruz. Önce buna karar vermemiz lazım.
Çevremde yaptığım gözlemlerde inançlarımızla, gelenek ve göreneklerimizle bağdaşmayan uygulamalara aslında kadınların da büyük çoğunluğu karşı.
Çünkü bir anlık öfkeyle başlayan tartışmaların çözümlenme ihtimali varken, evden uzaklaştırma alan adam girdiği bunalım sonucu bu defa ya gerçekten karısına şiddet uyguluyor, ya da çekip gidiyor ve sonuçta boşanmalar hızla artıyor, yuvalar dağılıyor, çocuklar mağdur oluyor.
Sonuçlarına baktığımızda, yani fırtına sona erip her şey durulup ortalık sakinleştiğinde aslında asıl mağduriyeti, yine kadınların yaşadığını bugün için daha net bir şekilde görebiliyoruz.
Hem de güya kadınlarımızı korumak için çıkarılan kanunların sayesinde.
Feminizm projesi aslında toplumun yozlaştırılması amaçlı ve maalesef güçlenerek devam etmekte.
Üç beş feministin arkasına bir kısım medyayı da alarak aile düzenini darmadağın ettiği bu yanlış uygulamalar, inançlarımız doğrultusunda toplumumuzun örf ve adetleri dikkate alınarak yeniden düzenlenmeli.
Bizim medeniyet kodlarımız ayrı Batı’nın medeniyet kodları ayrı.
2023 yılına güçlü bir aile modeli ile girilmeli.
Gerçi evlilik kurumu öteden beri sorunlu ancak son düzenlemeler bu sorunları daha da görünür hale getirdi.
Erkek para ağacı olarak görülüyor ve yuva kurulurken kız tarafının aşırı istekleri var.
Ailede bir bütünün yarısını oluşturan erkeğin yetkileri elinden alınarak itibarsızlaştırıldığı bir ortamda aile bütünlüğünden bahsetmek ne kadar gerçekçidir.
Erkeğin değersizleştirildiği tabiri caizse fino köpeği yapılmaya çalışılan bir ortamda, kuzuları çakallara karşı kim koruyacak.
Allah katında insan, kadın ya da erkek olsun eşittir ama hem kadının hem erkeğin yaradılış itibariyle birbirlerinden üstün olduğu farklı yeteneklerinin olduğu gerçeği göz ardı edilemez.
Yaradılışın vermediği haklara ve statüye ulaşma çabası insan fıtratına aykırıdır.
Kuran’a ve Sünnete göre yaşamayanların manevi saadete erişmek istemeleri anlamsızdır.
Aile reisinin olmadığı bir evde görünürde evlilik devam etse bile aile içi çatışmalar, depresyonlar, kişilik bozuklukları benzeri manik depresif vakalar sürekli artar.
Eğer gidişat böyle giderse uzun vadede kimse evlenmeye cesaret edemeyecek ve ortalık Avrupa’da olduğu üzere nikâhsız beraberliklerle dolup taşacak.
Ama hayat boşluk kabul etmez. Belki de “imam nikâhı” tekrardan revaç bulacak.
Çünkü kadın erkeğe, erkek kadına muhtaç.