Türkiye'de asgari ücret, çalışanların en temel ekonomik güvencesini sağlayan bir düzenlemedir. Her yıl işçi ve işveren temsilcilerinin katılımıyla belirlenen bu ücret, ülke genelinde çalışanların en düşük maaşını belirlemekte ve işçilerin yaşam standartlarını korumayı amaçlamaktadır.
Asgari ücret, işçilerin ve ailelerinin temel ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlamak amacıyla düzenlenmektedir. Bu, gıda, barınma, sağlık, eğitim ve ulaşım gibi en temel ihtiyaçları kapsamaktadır. Dolayısıyla, asgari ücretin adil ve yaşanabilir bir seviyede olması, çalışanların insan onuruna yakışır bir şekilde yaşamalarını sağlamak için hayati öneme sahiptir.
Her yıl yapılan asgari ücret belirleme görüşmeleri, işçi ve işveren sendikalarının talepleri, enflasyon oranları, ekonomik koşullar ve işverenlerin maliyetleri gibi birçok faktörü içermektedir. Bu görüşmeler sonucunda belirlenen asgari ücret, genellikle işçi ve işverenler arasında uzlaşı ile kabul edilmektedir.
Asgari ücretin belirlenmesi sırasında dikkate alınan en önemli faktörlerden biri de enflasyon oranıdır. Enflasyon, genel olarak fiyatların arttığı ve paranın değerinin azaldığı bir durumu ifade eder. Dolayısıyla, asgari ücretin enflasyonun etkilerini dengeleyecek şekilde belirlenmesi, çalışanların satın alma gücünü koruması açısından kritiktir.
Asgari ücretin belirlenmesinde işverenlerin maliyetleri de önemli bir rol oynar. İşverenler, işletme giderlerini kontrol altında tutmak ve rekabetçi kalmak için asgari ücretin belirlenmesinde dikkatli olmak isterler. Ancak, işçilerin yaşam standartlarını gözetmek ve sosyal adaleti sağlamak da bir o kadar önemlidir.
Sonuç olarak, Türkiye'de asgari ücret, işçilerin temel ekonomik güvencesini sağlayan ve yaşam standartlarını belirleyen önemli bir düzenlemedir. Adil bir şekilde belirlenmesi ve uygulanması, hem işçilerin hem de işverenlerin çıkarlarına hizmet eder ve sosyal adaletin sağlanması açısından kritik bir role sahiptir.
Asgari ücretli bir çalışanın, hayatın olağan akışında işverenden alacağı ücret ile ihtiyaçlarını karşılaması gerekmektedir. Söz konusu ücretin hayatın idame ettirilmesi açısından yeterli olamayacağı düşünüldüğünde, asgari ücretle çalışan işçinin borçlarının olması da olağan bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Söz konusu borçlar, şahsın kamu borcu olabileceği gibi özel borçları da olabilir.
Asgari Ücretli Borçlarını Ödeyemezse Ne Olacak?
Asgari ücretli çalışan işçi, borçlarını ödeyemediği takdirde haciz işlemi ile karşı karşıya kalabilmektedir. Böyle bir durumda asgari ücretli şahsın tahsil edilecek borcun kamu-özel olma niteliğine göre uygulanacak mevzuat ta farklılaşacaktır.
Borcun Özel Hukuka İlişkin Olması Durumunda
Asgari ücretlinin borcu özel hukuk hükümlerine uygun mahiyette bir borç ise bu durumda söz konusu borcun ödenmesi için alacaklı taraf 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümlerini doğrultusunda borcu tahsil edecektir. En kolay yöntem ise asgari ücretlinin maaşına haciz koyma işlemidir. 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 83. Maddesine göre maaşlar; tahsisatlar, çeşitli ücretler, intifa hakları ve gelirler, mahkeme kararına dayanmayan nafakalar, emekli aylıkları, sigorta veya emeklilik sandıkları tarafından sağlanan gelirler; borçlu ve ailesinin asgari geçim şartlarını sağlamak üzere icra memuru tarafından gerekli görülen miktarın düşülmesiyle birlikte, haciz işlemine tabi tutulabilecektir.
Ancak haczolunacak miktar bunların dörtte birinden az olmamakla birlikte birden fazla haciz var ise yapılacak borç takibi sıraya konur. Sırada önde olan haczin kesintisi bitmedikçe sonraki haciz için kesintiye geçilemez. Diğer taraftan 4857 sayılı İş Kanunu’nun 35 inci maddesine göre; “İşçilerin aylık ücretlerinin dörtte birinden fazlası haczedilemez…” hükmü 2004 sayılı Kanun ile birlikte değerlendirildiğinde asgari ücretlinin maaş kesintisinin dörtte bir oranında yapılması gerektiği açıktır.
Bu çerçevede asgari ücretli çalışanın maaşı haczedildiği takdirde dörtte bir oranında işveren tarafından kesinti yapılarak ilgili icra dairesinin hesabına işveren tarafından ödeme gerçekleştirilecektir. Söz konusu kesintiyi yapmaya ilişkin olarak 2004 sayılı Kanunun 355. maddesinde "Devlet işlerinde veya hususi müesseselerde bulunan borçlu memur veya müstahdemlerin maaş ve ücretlerinden kesilmesi için icra dairelerinden yapılacak tebligatın kanuni muhatapları haczin icra edildiğini ve borçlunun maaş ve ücreti miktarını nihayet bir hafta içinde bildirmeye ve borç bitinceye kadar icra dairesinin tebligatı mucibinde haciz olunan miktarı tevkif edip hemen daireye göndermeye mecburdurlar. ….." hükmü ifade edilmiş ve bu çerçevede işverenin kesinti yapıp yapmama konusu işverenin takdirine bırakılmamıştır. Aksi halde aynı Kanun’un 356. maddesine istinaden kesinti yapmayan yetkiliye ilişkin olarak “kesmedikleri veya ilk vasıta ile göndermedikleri para ayrıca mahkemece hüküm altına alınmasına hacet kalmaksızın icra dairesince maaşlarından veya sair mallarından alınır.” hükmü getirilmiş ve işverenin sorumluluğu ortaya konulmuştur.
Borcun Kamu Hukukuna İlişkin Olması Durumunda
6183 sayılı AATUHK’ın 1. maddesine göre; Devlete, İl Özel İdarelerine, Belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer’i kamu alacakları kamu alacağı olarak değerlendirilir. Bunun yanında 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 88. maddesinde “Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51. 102. ve 106. maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır” hükmü çerçevesinde SGK prim ve diğer alacaklarında da 6183 sayılı Kanun hükümleri uygulanacağı ifade edilmiştir.
Asgari ücretli şahsın yukarıda ifade edilen kamu borcu olduğu takdirde 6183 Sayılı Kanun’un 71. maddesinde “… Asgari ücreti aşmayan aylık gelirlerin onda birinden fazlası haczolunamaz.” hükmü çerçevesinde maaşından ancak onda bir oranında kesinti yapılması mümkündür. Dolayısı ile asgari ücretli bir işçinin gayrimenkul sermaye iradına ilişkin gelir vergisi, emlak vergisi, motorlu taşıtlar vergisi gibi borcu olduğu takdirde maaşından yapılacak kesintinin onda birden fazla olması söz konusu olmayacaktır.
Örneğin somut bir olayda; Bağ-Kur emeklisi bir vatandaşın prim borcundan dolayı kurum tarafından her ay emekli maaşından 1/4 oranında kesinti yapılmıştır. Ancak şahsın emekli maaşı kesinti yapıldığı tarihten itibaren net asgari ücretin üzerinde hiç olmamıştır. Bu duruma 6183 sayılı kanunun 71. Maddesi gereğince kişinin avukatı tarafından itiraz edilmiştir. Buna göre; "Aylıklar, ödenekler, her çeşit ücretler, intifa hakları ve hasılatı, ilama bağlı olmayan nafakalar, emeklilik aylıkları, sigorta ve emeklilik sandıkları tarafından bağlanan gelirler kısmen haczolunabilir. Ancak haczolunacak miktar bunların üçte birinden çok dörtte birinden az olamaz. Asgari ücreti aşmayan aylık gelirlerin onda birinden fazlası haczolunamaz." Bu kanun hükmüne göre şahsın emekli maaşı 1/4 oranında değil, kanun gereği 1/10 oranında haczedilmesi gerekmektedir. Bu husus kişinin vekili tarafından yargıya taşınmıştır. İlk derece mahkemesi ve istinaf mahkemesi her ne kadar davayı esas yönüyle reddetmiş olsa da Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2021/3463 E., 2021/13859 K., 10.11.2021 Tarihli kararında;
“ (…) Sözü edilen sigorta kolu, bir yönüyle kişinin yaşam hakkı olup, bu hakka duyulan saygının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda sürekli kullanılması zorunlu bir hak olarak karşımıza çıkar. Kişinin yaşamı boyunca, giderek geride kalanlara da intikal ettiğinden yaşam sonrası dahi devam etme özelliği vardır. Bu haktan, vazgeçilemez ve kaçınılamaz. Anayasa, belli koşulların yerine getirilmesi halinde bu hakkı sağlama yükümünü doğrudan devlete vermiştir. Bu yönüyle tamamen kamusal ve zorunlu bir hak olarak karşımıza çıkar. Bu nedenledir ki çalışma gücünü kaybeden veya azaltan durumlarda kişilere yaşamlarını idame ettirmek için sosyal güvence sağlanmasına yönelik yaşlılık aylığının tümden haczi Anayasal Sosyal Devlet ilkesi ile bağdaşmadığı içindir ki 6183 sayılı Yasa'nın 71. maddesi ile bu aylığın tümden değil ancak miktarına göre kısmen haczinin mümkün olduğu açıkça vurgulanmıştır. Bu maddede kıstas alınan asgari ücret, çalışana, bir ay karşılığı olarak ödenen ve gereksinimlerini günün rayiç bedelleri üzerinden en az düzeyde karşılamaya yetecek ücret olarak tanımlanabilir. En az düzeyde yaşam standardını karşılaması nedeniyledir ki, asgari ücretin altında kalan yaşlılık aylığı miktarından yapılabilecek oranda mümkün olduğunca sınırlandırılmıştır. Kuşkusuz burada bahsedilen asgari ücret net gelirdir. Ancak sigortalının, çalışma karşılığı veya başka gelirlerinin olması halinde en az yaşam standardının ve yaşlılık aylığından yapılacak kesinti oranının, yaşlılık aylığı ve gelir toplamına göre belirlenmesi gerekeceği yönündeki yaklaşımında hakkaniyete uygun olacağı gözden uzak tutulmamalıdır.(…)” gerekçesi ile ilk derece mahkemesinin verdiği kararı bozmuştur.
Sonuç olarak;
Asgari ücretli işçinin borcundan dolayı; özel hukuka ilişkin borcu olduğu takdirde maaşının dörtte bir (1/4) oranında, kamu hukuku borcu olduğu takdirde de en fazla onda bir (1/10) oranında işveren tarafından kesinti yapılacaktır.
Av. Hafize Erva YILDIZ