31 Mart akşamı sonuçlar açıklandıktan sonra ortaya çıkan netice bazılarına şaşırtıcı gelebilir, ama aklıselim için beklenen bir sonuç çıktı. Daha 10 ay önce seçimden zaferle çıkan AK Parti ve Cumhur İttifakı, seçimin sonunda Cumhurbaşkanlığı'na yeniden Tayyip Erdoğan'ın seçilmesi sonucundaki tablo ile 10 ay sonraki tablo arasında okunması gereken ders, alınması gereken çok ciddi meseleler var. Ne oldu da CHP daha 10 ay önce hem milletvekili seçimlerinde hem de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çok başarısız sonuçlar almasına rağmen bugünkü sonucu elde etti? Bunu çok iyi analiz etmek lazım.
Öncelikle bu sonuçları sadece Cumhur İttifakı'nın aday tespitindeki yanlışlıklarıyla izah etmeye kalkarsanız bundan doğru bir neticeye gidemezsiniz. Evet, bazı yerlerde kıl payı kaçırılan başkanlıklar var. CHP'den ve İyi Parti'den kaybedilen ki, özellikle bazı yerlerde daha önce AK Parti'den ve MHP'den seçilmiş ancak bu seçimde aday yapılmayanların bağımsız olmasıyla kaybedilen belediye başkanlıkları var. Bunlar bir gerçek, ama asıl gerçek şu ki; 2002'de AK Partiyi iktidara getiren ekonomik gerekçeler, tam 22 yıl sonra AK Parti'nin daha önce kazandığı birçok yerlerde kaybetmesine neden olmuştur.
Vatandaş adeta on ay önce büyük destek verdiği AK Parti'ye şunları demiştir:
1-) Ekonomi iyi değil
2-) Gelir adaleti yok
3-) Emekli maaşı çok yetersiz
4-) Enflasyon çok yüksek
5-) Piyasalar çok kontrolsüz ve paramız gittikçe eriyor, gelirimiz azalıyor, gelecekle ilgili ciddi kaygılarımız var.
Seçimden bir önceki hafta, AK Parti’nin üst yetkililerinden birisi İstanbul mitingi öncesi “Cumhurbaşkanımız ekonomi ve emekliler ile ilgili çok önemli açıklamalar yapacak” deyip kamuoyunu beklenti içerisine sokmuş, milyonlarca çalışan ve emekli de cumhurbaşkanının konuşmasına pür dikkat dinlemiştir. Fakat ne İstanbul mitinginde ne de sonraki yapılan mitinglerde ya da açıklamalarda emekli ile ilgili ya da ekonomik verilerle ilgili vatandaşın beklentilerine cevap verecek hiçbir olumlu açıklama yapılmamıştır.
Adeta, AK Partili yetkilinin yaptığı açıklama vatandaşla dalga geçmek gibi bir algı yaratmıştır. Son güne kadar vatandaş, emekli maaşının yükselmesi ve ekonominin gidişatına yönelik kendilerini rahatlatacak olumlu açıklamalar beklemişti.
Bunun yanı sıra, geçen yılki seçimler öncesi 1. derecede memurlara 3600 ek gösterge verilmesi sözünün yerine gelmemesi ve 2 milyondan fazla memurun Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilen sendika sözleşmesi parasının (350 TL’lik kısmı) söz verilmesine rağmen hala bir düzenleme yapılmamış olması da sandıktan çıkan sonuçlardan okunması gereken bir ders olmuştur.
2018 genel seçimlerinde katılım oranı % 86, 2023'te % 87 iken 2024 seçimine katılım oranı % 78'dir. Bu verilerden anlaşılacağı üzere 1 yılda %10’a yakın vatandaşımız sandığa gitmeyerek adeta seçimleri protesto etmiştir. Çevremize baktığımızda da sandığa gitmeyenlerin çoğunun emekli ve dar gelirli vatandaşların ekonomik gelişmeleri protesto ederek sandığa gitmedikleri görülmüştür. Özellikle sandığa gitmeyenlerin daha önce AK Parti’ye destek veren dar gelirli ve emekli vatandaşlar olduğu gözlemlenmiştir. Bu seçmenlerin sandığa gitmeyerek hem kendi partilerini hem de başka partiye oy vermeme iradesini gösterdikleri anlaşılmaktadır.
Peki bundan sonra ne olacak?
Ülkemizin içinde yaşadığı pandemi ve özellikle geçen yıl yaşadığımız deprem afetinin maliyeti çok ağır olmuştur. Bunu hepimiz kabul ediyoruz. Fakat, hükümet de bilmeli ki; tasarruf ya da fedakarlık sadece emekliden, çalışandan beklenmemelidir. Tüm devlet kurumlarındaki ve belediyelerdeki savurganlık ve özellikle hiçbir parti ayrımı yapmaksızın gördüğümüz büyük rant, yolsuzluk, israf artarak devam etmektedir. Ülkenin bankaları korkunç faizlerle yüksek kar oranları açıklaması, üretimden değil paradan para kazanıldığının göstergesidir. İnsanımız bankalara tekrar muhtaç edilmiştir. Sabit gelirlilerin yaşadığı adaletsizliği gözler önündedir.
Bu adaletsizlikler giderilmeden sadece çalışandan, emekliden fedakarlık beklerseniz bedeli çok ağır olur.