Çalışma hayatının faizi, emek sömürüsüdür...
Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün'ün eskimeyen bir yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Çalışma hayatının faizi, emek sömürüsüdür...
Çalışanları ve çalışma hayatının gündemindeki konuları farklı bir bakış açısıyla ele alan Düzgün, çalışana hak ettiği ücretin verilmeyen kısmını ‘Riba' (faiz) olarak değerlendirdi. Konunun İslam fıkhı açısından hassasiyetine vurgu yapan Düzgün, “Bu konuya gerektiği hassasiyeti göstermiyoruz ancak bu kadar hassas bir konu” dedi.
Abdullah Özbay
İşte Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün ile yaptığımız söyleşiden çarpıcı başlıklar:
EMEK YOKSA BÜTÜN EKONOMİK TEORİLER ANLAMSIZLAŞIYOR
Eskiden emek denilince kas gücü akla gelirdi. Şimdi entelektüel üretimde girdi işin içine. Zihin ve kas gücü ile gerçekleştirilen her türlü kazanın emeğin içerisine giriyor. Emek yoksa fiziksel veya zihinsel olarak çaban yok demektir. O zaman ekonomik teorilerin üzerine oturduğu bütün temeller anlamsızlaşıyor.
Aslında ekonomik teoriler, emekle ilgilidir. Ortaya konulan çaba birileri için sermayeye kaynaklık yapıyor. Siz ortaya koyduğunuz çaba ile hayatınızı zor geçindiriyorsunuz, sizin ortaya koyduğunuz çaba ile birileri sermaye yapıyor. İşte sorun burada.
HAKKIN VERİLMEYEN KISMI RİBADIR
İslam kültür tarihinde Riba diye bir kavram var. Riba, birisine para veriyorsunuz ve ondan kat ve kat arttırarak geri istiyorsunuz. Riba artırımdır. İşçinin, çalışanın hak ettiği ücretten kısılan, hakkı olarak verilmediği zaman size kar olarak transfer edilen miktar da ribadır. Sizin karınızı artıran, o adamın karını düşürüyor. O zaman riba haram kılındıysa, aynı şekilde burada da hak edilen ücreti ödememek, o ödenmeyen ücreti başkasına sermaye olarak yazmakta ribanın kendisidir. Riba kelimesini sadece bir faize, banka ile müşteri arasına indirgemek yanlış. Emekten çalmak ve çaldığınızı kendi rantınıza katarak onun artışını sağlamakta haramdır. İşte emek sömürüsü dediğimiz şey bu.
İNSANLAR ASIL İHTİYAÇLARI İÇİN BİR ÖMÜR ÇALIŞIYOR!
İşte bu anlamda bakıldığı zaman emek sömürüsü ortaya çıkıyor. Niye emek kutsal diyoruz? Çünkü en temel haklara ilişkin bir kullanım var. Fıkıhta bir adamın evi olacak. Çünkü güvenlik ihtiyacı vardır. Seyahat hürriyeti esastır. Seyahat ihtiyacının mümkün kılacak bir biniti olacak. Bu eskiden attı, şimdi ise araba. Bir insanın asıl ihtiyaçlarını karşılamak için ömür boyu çalışacak olması bir defa emeğin bütünüyle dip yapması demektir.
AHLAK VE AÇLIK!
Karnını zor doyuran bir insandan ahlaklı olmasını beklemek bile bir sorundur. Karnı aç olan bir insanın hırsızlık yapması ile tok olan birisinin hırsızlık yapması hukukta aynı değerlendirilmiyor. Fıkıhta da aynı değerlendirilmiyor. Örneğin Hz. Ömer döneminde aç kalan iki işçi hırsızlık yapıyor. Hz. Ömer bunları çalıştıran adama tehditte bulunuyor; ‘Bu insanlar bir daha hırsızlık yaparsa, bunların cezasını sana uygularım' diyor. Buraya dikkat etmemiz gerekiyor. Hırsızlık yapandan ziyade emeğinin karşılığını tam anlamıyla vermediği için asıl o işçiyi çalıştıranı uyarıyor.
PEKİ, YAPILMASI GEREKEN NEDİR?
İnsanların yaratılış gereği birbirlerine eşit olmadıkları açık, içinde doğdukları toplumsal şartlar konusunda da eşit olmadıkları açık. Ama insanların arzuları var. Peki, yapılması gereken nedir? Kur'an-ı Kerim'in temel felsefesi, var olanın en iyisine erişim haktır. Hakkı bize teslim ediyor. Ancak bu hakkın bütün insanlara ulaşması kendi başına olacak bir şey değil. Bunu fertler ayarlayacaklar. İşte infak dediğimiz şey bunun için var. Sadaka bunun için var. Zekat farzı bunun için var. Karz-ı Hasen bunun için var.
‘Emeğinin karşılığını almak üzere yola çıkan insanlar şehit olur' diyor Peygamberimiz. Ayetlerin yeni bir bağlama oturtup yorumlanması garip gelebilir. Diyor ki; ‘haksızlığa uğrayan, zulme uğrayan insanların haklarını hukukunu savunurken ölenler şehittir' Yani her anlamda hakkını koruyacaksın. Bir insanın hakkına savaş açılması tek kelime ile zulümdür.
SENDİKA DENİLİNCE AKILLARA SOL ÖRGÜTLER GELİYOR!
Buna karşı direnmeye emir var. Bu yolda ölen insanlara şehit deniyor. Vatanı savunmaktan daha az bir şey midir bir insanın hakkını, ırzını savunmak? Dolayısı ile sendikal haklar konuşuluyor. Bize o kadar yabancı geldi ki bu haklar. Sendika denilince sol örgütler ve onların verdiği mücadeleler akla geliyor. Oysa burada verilen herhangi bir kesimin sol, sağ olarak değil, bir insanın dinine ve mezhebine bakmadan bir hak mücadelesi varsa gayrimüslim dahi olsa evrensel bir felsefenin gelişmesi gerekmez mi? Hz. Peygamber; ‘Müslüman bir ülkede gayrimüslimin başına bir şey gelirse onun davacısı ben olurum' diyor.
SENDİKA HAK ARAYIŞI İÇİN OLMALI BUNU AYETLER DE TEŞVİK EDİYOR
Bir sendikal hareket hak arayışı içinde olmalıdır. Bu bazı ayetlerde teşvik de ediliyor. ‘Sizden bir topluluk olsun, onlar iyiliği sağlasınlar emretsinler, kötülüğü de engellesinler' Pekâlâ, çalışan bir adam için, çalışma şartları, ücret ve yaşamını idame ettirebilmesi için iyi ne kötü ne? Öncelikle sağlanması gereken iyinin başında çalışma şartları geliyor. Ülkemizde iş güvenliğinin olmadığını bütün millet görüyor. Soma'da gördük, Ermenek'te gördük. Her gün insanlar ölüyor.
ÖRGÜTLÜ YAPILARIN HAKSIZLIĞA KARŞI SESİ GÜR ÇIKAR
‘Haksızlığa uğrayanların, kendisini savunma hakları vardır' diyor ayette. Sendikaların görevi açısından bu ayet önemlidir. Örgütlenme kültürü, aynı zamanda bireysel hırsların önünde en büyük engeldir. Kişi tek başına kaldığı zaman, hakkı yendiği zaman yapacağı şey oturup ağlamaktır. Oysa örgütlendiğiniz zaman sesiniz daha yüksek çıkar. Kur'an-ı Kerim ‘haksızlığa uğrayan insanların toplanma ve yürüyüş yapma hakları vardır' der. Böyle bir hak var. Bir şeyi dışlar; ‘Hiçbir zaman şiddete başvurulmayacak' der. Hak arama başka hakların ihlalini doğurursa, o zaman siz yöneten insanlara koz vermiş olursunuz.
SENDİKA GÜCE DÖNÜŞMEMELİ!
Ancak burada şunu da belirtmemiz gerekiyor. Bir sendika eğer güce dönüşürse büyük riskler vardır. Sendika işçinin hakkını ve hukukunu aramak için olmalı. Ayete göre; yeryüzünde fesat bozgunculuk çıkaracak şekilde örgütlenme doğru bulunmuyor. Eğer bir örgütlenme güce dönüşürse, aleyhte kullanılırsa bu da doğru değil.
İŞ KAZALARINDAN HÜKÜMET KADAR SENDİKALARIN DA SORUMLULUĞU VAR
Bizim bu konuda en büyük engelimiz, sendikaların bir güce dönüştürülerek birbirlerine karşı konumlandırılmış olmasıdır. Türkiye'de birçok sendika olmasına rağmen çalışma koşuklarında bir sorun varsa, insanlar ölüyorsa, sendikacılık yapan insanların hükümet kadar sorumluluğu vardır. Bunun şakası yok. Hak savunmak için kurulan bir örgüt güce eğrilirse sonunda olacağı budur.
Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinde bir yaşam ilkesi ve bu ilkelerin üzerine oturmuş yaşam ahlakı var. Diyor ki Allah; ‘onlar öyle insanlardır ki, onlar yeryüzünde yücelik taslamazlar' Bu ayet boşuna konuşmuyor. Birilerine bir şey diyor. Bu kişi ve kurum olabilir fark etmez.
ÇARESİZLİK ÜZERİNE KAZANILAN HARAMDIR
Soma'da, Ermenek'te insanlarımız hayatlarını kaybetti. Kaybetmeye de devam ediyorlar. Biz insanları göstere göstere yerin altına sokuyoruz. Soktuğunuz yerde, insanların o gün hasta olması ve ölmesi gerekmez. O gün ölmedi diye sen başarılı mısın? Hayır değilsin. Almanlar bu işi makinelerle yapıyor. İnsanını sokmuyor oralara. ‘İnsan doğası bu işi yapmaya uygun mudur?' diyeceksiniz. Yerin kilometrelerce altına indirip zehir solutuyorsunuz. Adam 50 yaşında ölüyor. Bu işte bir terslik yok mu?
Sermaye, üçüncü dünya ülkelerinde insanın emeği üzerinden elde ediliyor. Bu haramdır. Birilerinin canı pahasına orada insanlar ölüyor. Onların çaresizliği üzerinden senin kazandığın haramdır. Birilerinin zor durumundan birileri sermaye yapıyor, güç elde ediyor caiz değildir. Eğer ortada bir duyarsızlık varsa ki sonuna kadar var. Allah koruma kalkanını bu toplumun üzerinden kaldırır. Bu büyük bir uyarıdır.
TAKSİM'DE İNSANLAR HAKLARINI SAVUNURKEN HAYATINI KAYBETTİ
Taksim'in 1 Mayıs'ta bir anısı var. Dolayısıyla Taksim bir hafıza… O hafızayı devlet unutturmaya çalışıyor, öbürleri de bu hafızayı yenilemeye çalışıyor. Devletin yapması gereken şudur; Taksim'i kutlamak isteyenlere açacak ve Taksim'de ölen insanların ‘haksızlığa uğrayarak öldüğünü' kabul ederek, ‘Bu yanlıştı. 1 Mayıs'ta kim öldüyse haklarını savunurken öldüler' demesi gerekir. Solcular, ‘bunlar devrim şehidiydi' dediği kadar, bizimde ‘haklarını savunurken öldüler' dememiz gerekir. Şimdiye kadar Nevruz kutlamaları yasak değil miydi? Ne oldu şimdi? Her yerde kutlanıyor. Ülkede hak varsa bu haktır. Kimin hakkı yeniyorsa bu Allah'ın gücüne gider. Devlet çıksın; ‘Bu bir emek bayramıdır, Taksim'de kutlayalım' desin. ‘Çocuğunun rızkını kazanırken ölen şehittir' diyen bir Peygamberin ümmetiyiz. Niye buna sol gelenek sahip çıksın?
Kaynak: Milli Gazete