Kılıçdaroğlu'nun CHP Grup konuşmasının tam metni... AK Parti'yi yerden yere vurdu

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 'Bu ülkeye huzuru ya getireceğiz ya getireceğiz ortası yok' dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Bu ülkeye huzuru ya getireceğiz ya getireceğiz; ortası yok" dedi.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, partisinin meclis grup toplantısında konuştu. Kılıçdaroğlu, şeker ithalini eleştirerek, “Biz 'her fabrika bir kaledir' diyoruz. 'Her fabrika istihdamdır' diyoruz. Oturdular, şeker fabrikalarını sattılar, yurt dışından ithal etmek zorunda kaldık. Şimdi her vatandaşın kendi vicdanına sormasını istiyorum. Ne oldu da Türkiye Cumhuriyeti şeker ithal etmek zorunda kaldı. Buna devletin sağlıklı yönetimi diyebilir misiniz? 2015 yılında Konya'da mitingde söylüyorum, 'şeker fabrikası sağlayacağız' diyoruz. Onlar o dönem 'fabrikaları nasıl satarız' peşindeler. Çorum mitinginde, 2018, 'kime satacaksın' diyorum. Kim kazandı. Türk Şeker'in 10 fabrikasını bugünün parasıyla 11 milyar liraya sattılar. Nisan ayında bir aylık faiz 19 milyar lira. Bu mudur devlet yönetimi, bu mudur ahlak, erdem? Üreticiye destek vermediler. Fabrikaları sattılar, sonunda dışarıya el avuç açıyoruz. Ama düzelteceğiz. Endişe etmeyin, çiftçinin yüzü gülecek. Bizim iktidarımızda esnafın, kadınların, gençlerin yüzü gülecek” ifadelerini kullandı.

Son 6'lı masa toplantısı

Son 6'lı masa toplantısına da değinen Kılıçdaroğlu, Ahmet Davutoğlu'nun ev sahipliğinde buluştuklarını, temel ilkeler ve hedefler konusunda açıklama yaptıklarını ifade ederek, "Bu ülkeye huzuru ya getireceğiz ya getireceğiz; ortası yok. Geçen toplantıda kurulmasına karar verilen komisyonların hangi işler yaptığını konuştuk. Dört aşamalı güvenlik sağlayacağız. Bugün seçim sonrası neleri, nasıl yapacağımız konusunda tüm konular belirlendi. Bu çalışma 6 Haziran pazartesi günü paylaşılacak. Merkez Bankasının güçlendirilmesi, Ekonomik Sosyal Konseyin yapılandırması için tedbirler alındı. 13 Temmuz günü kamuoyu ile Genel Başkan Yardımcıları paylaşacak. Göç politikaları için bir komisyon kurulmasına daha karar verdik. Ortak görüş oluşturmak zorundayız. Komisyon oluşturmaya karar verildi” değerlendirmesini yaptı.

"Onurlu ve dik durduğu için cezalandırılıyor"

Canan Kaftancıoğlu'nun ceza infazı için Silivri Cezaevi'ne gönderilmesi ilişkin ise Kılıçdaroğlu, "Şu anda Silivri'de. Morali gayet iyi. Bir suç işlediği için değil, onurlu ve dik durduğu için cezalandırılıyor. Biz onların hiçbir siyasi hükmünü tanımıyoruz. Duruşumuz, onurumuz, insanlığımız, hedefimiz bellidir. Hapse atarlar, tutuklarlar, gözaltına alırlar. Ne yaparlarsa yapsınlar asla ve asla onurumuzdan ödün vermeyeceğiz" diye konuştu.

Kılıçdaroğlu'nun konuşmasının tam metni

Önce şunu söyleyeyim: Hiçbir gücün karşısında, hiçbir arkadaşımız, genel başkandan başlayarak en aşağıdaki üyeye kadar hiçbir gücün karşısında, hiçbir adaletsizliğin karşısında asla diz çökmedik ve çökmeyeceğiz.

Kimden gelirse gelsin; baskı, şiddet kimden gelirse gelsin asla boyun eğmeyeceğiz. Çünkü biz, Kuvâ-yi Milliye ruhunu taşıyan insanlarız. Çünkü biz, ülkemizi seven insanlarız. Çünkü biz, bizim gibi düşünmeyen insanlarında özgürlüğüne kapı aralayan, onlara özgürlük alanı yaratan insanlarız. Çünkü biz herkesin inancına, kimliğine, yaşam tarzına saygı duyan insanlarız. Biz bölen değil kucaklaştıranız. Biz bölen değil, ayrıştıran değil, beraber olmayı düşleyen insanlarız. Biz ülkemizi seviyoruz, bayrağımızı seviyoruz, vatanımızı seviyoruz. Bölmek istiyorlar, ayrıştırmak istiyorlar, kutuplaştırmak istiyorlar, kavga istiyorlar; inadına barış diyeceğiz, inadına birliktelik diyeceğiz, inadına kucaklaşma diyeceğiz, inadına demokrasiye inanmayanları sandık yoluyla göndereceğiz.

Onlar gibi yapmayacağız, asla yapmayacağız. Demokrasinin bize sağladığı bütün imkanları kullanacağız. Baskı mı kuruyorlar? Göğsümüzü açacağız. Yasak mı getiriyorlar? Yasağa karşı yürüyeceğiz. Sanattan, kültürden mi korkuyorlar? Sanatı ve kültürü yücelteceğiz. O açıdan hiç ama hiç çekinmiyoruz. Söyledim, hiçbir baskıya asla ve asla izin vermeyeceğiz, göğsümüzü açacağız. Her baskıya karşı dik ve onurlu duruşumuzu her zaman, her ortamda, her yerde sergileyeceğiz. Herkes emin olsun.

Devlet yönetimi sorumluluk gerektirir. Devleti adalet üzerine inşa etmişseniz, adaleti savunuyorsanız, adaletten yana tavır alıyorsanız, o ülkede yaşayan herkes huzur içinde yaşar. Devlet yönetiminde güç bir kişiye teslim edilemez. Devlet yönetiminde gücü bir kişiye teslim ederseniz, o devletin sonu felakettir. Tarihte hangi devlet olursa olsun güç bir kişiye teslim edilmişse, o devletin sonu hüsranla bitmiştir, o devletin sonunda hüsran vardır. O nedenle devlette güçler ayrılığı ilkesi diyoruz. Devletin her organının denetlenmesi gerektiğini dillendiriyoruz ve ifade ediyoruz ve devlet tek merkezden de yönetilmez. O nedenle yerel yönetimler vardır, o nedenle merkezi yönetim vardır, o nedenle bağımsız kurumlar vardır. Dolayısıyla devletin özünü oluşturan liyakati ve adaleti büyütmek zorundasınız ve bunu sağlamak zorundasınız.

Ve devlet halk egemenliğine de dayanmak zorundadır. O nedenle Meclis'in duvarında yazıyor ya, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diye. Halk egemenliğine dayanmayan bir devletin sonu hüsrandır. Böyle bakmamız gerekiyor ve devleti yönetenler şeffaf olmak zorundadırlar, erdemli olmak zorundadırlar, ahlaklı olmak zorundadırlar. Devleti yönetenler baskı kurmaz. Devleti yöneten, vatandaşın özgürlük alanını genişletir, o zaman o devlete adalet var demektir. Eğer devleti yönetenler şeffaf değilse, açıklık politikasını izlemiyorsa, halka hesap vermiyorsa, o devlette yolsuzluk var demektir. Siyasetçiler zengin oluyor demektir, köşeyi dönüyor demektir; sadece kendileri değil, aileleri ile beraber köşeyi dönüyorlar demektir. Devlet yönetimde, sağlıklı işleyen bir devlet yönetimde vatandaşın kimliği, inancı ve yaşam tarzı sorgulanmaz. Her vatandaşa devlet saygı duyar ve devleti yönetirken katılımcı bir anlayışı yönetim içinde egemen kılmamız lazım. Yeri geldiğinde referandum yapacaksınız, yeri geldiğinde seçim yapacaksınız, yeri geldiğinde insanların düşüncelerini alacaksınız, yeri geldiğinde sendikaların, sivil toplum örgütlerinin, meslek kuruluşlarının görüşlerini alacaksınız ve devlet yönetiminde aslolan halkın çıkarlarıdır. Devleti hızla büyüteceksiniz, itibarlı hale getireceksiniz. Vatandaşın cebi para görecek, vatandaş huzur içinde, refah içinde yaşayacak ve devleti yönetenler kaynakları en verimli şekilde kullanmak zorundadırlar. Devleti yönetenler savurganlık yapamaz. Dolayısıyla değerli arkadaşlarım, devleti yönetmek ciddi bir iştir ve ahlaklı bir iştir.

Diyeceksiniz ki: Ya Genel Başkan, bu girişi niye yaptınız? Şunun için yaptım. Bu devlet, Milli Kurtuluş Savaşı'nı verdikten sonra en fakir olduğu dönemde bir taraftan Osmanlı'nın omuzlarına yıktığı bütün borçları son kuruşuna kadar öderken, öbür taraftan fabrikalar yaptı. Çimento fabrikaları yaptı, şeker fabrikaları yaptı; bankalar, tekstil fabrikaları, Sümerbank'lar, Etibank'lar, barajlar... Bütün bunların hepsi yapıldı. Dışarıya muhtaç olan, el avuç açan bir devletten, onuruyla, kültürüyle, birikimiyle ayakta duran ve saygınlık kazanan bir devlet haline geldi o genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Şeker fabrikaları kurduk. İlk yaptıkları iş, geçmişte yapılanların tamamını satmak oldu.

Şu soruyu geçmişte AK Parti'ye oy veren bütün kardeşlerimin kendi vicdanlarına sormasını istiyorum: Ak Parti hükümetleri hangi fabrikayı kurdu? Bana bir fabrika örneği versinler. Çimento fabrikası mı, şeker fabrikası mı, hangisini kurdular? Satmanın dışında ne yaptılar?

Değerli arkadaşlarım; biz “her fabrika bir kaledir” diyoruz, “her fabrika bir onurdur” diyoruz, “her fabrika bir alın teridir” diyoruz, “her fabrika bir üretimdir” diyoruz, “her fabrika istihdamdır” diyoruz, “her fabrika Türkiye'nin itibarına katkıdır” diyoruz. Oturdular, şeker fabrikalarını sattılar ve 24 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti yurtdışından şeker ithal etmek zorunda kaldı. Saman ithal ediyorduk, et ithal ediyorduk; mercimek, buğday ne varsa ve en sonunda şeker de ithal etmek durumunda kaldık.

Şimdi her vatandaşımın kendi vicdanla sormasını istiyorum: Ne oldu da koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti dışarıdan şeker ithal etmek zorunda kaldı? Ne oldu? Buna devletin sağlıklı yönetimi diyebilir misiniz? Devlet iyi yönetiliyor diyebilir misiniz? Her vatandaşımın vicdanına sorması lazım, vicdanında sorgulaması lazım bu olayı. Bakın daha 2015 yılında Konya'daki mitingde söylüyorum: "Hiçbir şeker fabrikasını kapatmayacağız. Kendi şekerimizi kendimiz üreteceğiz. Kendi çiftçimizin gücüne, alın terine güveneceğiz. Hiç kimse endişe etmesin" diyoruz. 2015... Onlar, o dönemde fabrikaları nasıl satarız arayışı içindeler…

2018 grup konuşmasında, bu kürsüde: "Kamyoncusu, besicisi, çiftçisi kazanıyor, fabrikada işçiler çalışıyor. Bu üretimin kaybedeni yok. Herkesin kazandığı ortama siz dinamit koyuyorsunuz. Özeleştireceğim diyorsunuz, büyük bir kısmı kapanacak. Kapanmayacak diyorlar. Böyle denilen çok sayıda fabrikanın bir süre sonra nasıl kapatıldığını gördük" diyoruz.

Çorum mitinginde 2018: "Kime satacaksın?" diyorum. "O yoksulluk içinde şeker fabrikaları kurduk. Kime, niye satacaksın? Şeker fabrikaları üretiminde Türkiye Cumhuriyeti dünya beşincisi. Evet, dünya beşincisi. Bunu hazmedemiyorlar, yani Batılılar bunu hazmedemiyorlar. Acaba biz nasıl olur da 5'incilikten Türkiye'nin ayağını kaydırıp şekeri bitiririz? Ondan sonra biz onlara şeker satarız" diyorlar. Onların düşündükleri oldu. Fabrikaları kapattık elimizi avucumuzu açtık, tonlarca şekeri getirdik. Kim kazandı? Kim kazandı? Türk Şeker'in 10 fabrikasını kaça özelleştirildiler? 680 milyon dolar, bugünün parasıyla 11 milyar lira. 11 milyar liraya bugünün parasıyla fabrikaları sattılar, 10 şeker fabrikasını sattılar. Şimdi sadece geçtiğimiz ay nisan ayında ödenen bir aylık faiz 19 milyar lira. 10 şeker fabrikasını, 11 milyar liraya satıyorsun ama 1 ayda, sadece bir ayda 19 milyar lira faiz ödüyorsun. Bu mudur devlet yönetimi? Bu mudur ahlak? Bu mudur erdem?

Değerli arkadaşlarım; üreticiye destek vermediler. Gübre fiyatları, ilaç fiyatları, elektrik fiyatları, bunların hepsi arttı. Sonunda fabrikaları sattılar. Sonunda dışarıya gidiyoruz, el avuç açıyoruz, şeker istiyoruz 24 yıl sonra ama düzelteceğiz. Hiç kimse endişe etmesin. Bizim iktidarımızda, halkın iktidarında çiftçinin yüzü gülecek. Kesinlikle bakın çiftçinin yüzü gülecek, esnafın yüzü gülecek, sanayicinin yüzü gülecek, evde kadınların yüzü gülecek. Gençler bu ülkenin fabrikalarında, caddelerinde, sokaklarında, parklarında gülerek özgürlüğü teneffüs edecekler. Göreceksiniz, Türkiye'yi ayağa kaldıracağız. Göreceksiniz, huzuru getireceğiz.

Hepsini yapacağız, hiç kimse endişe etmesin ve karamsarlığa kapılmasın. Bunları söylememin nedeni, vatandaşlarımız karamsarlığa kapılması değil; söylememin nedeni yapılan hatalardan ders çıkarmaktır. Söyledik, yapmayın dedik; yaptılar ve bugünkü ağır tabloyla karşı karşıya kaldık. 10 fabrikayı satıyorsun 11 milyar liraya, bir ayda faiz ödüyorsun 19 milyar lira... Nerede adalet, nerede devlet yönetimi, nerede liyakatli yapı?

Değerli arkadaşlarım; 27-28'inde Van'daydık, Vanlı kardeşlerimizle kucaklaştık. Van'ın benim hayatımda özel bir yeri var; ilkokula Van'ın Erciş ilçesinde başladım. Dolayısıyla Vanlılarla kendimi hemşehri olarak görüyorum. Belediye başkanlarımız Van'ın merkezini ve bütün ilçelerini gezdiler. Bir tek belediye başkanımız bile yok ama olsun, Vanlıların canı sağ olsun. Eğer oradan yeteri kadar oy alamadıysak kabahat Vanlılarda değil, kabahat bizle. Oturup düşünmemiz lazım, oturup konuşmamız lazım, Vanlının sofrasına oturmamız lazım, konuşmamız lazım, dertleşmemiz lazım. İnşallah bunu yapacağız. Alanda çok güzel bir ilgi vardı; vatandaşlarla oturduk, gençlerle oturduk, sohbet ettik, yaşlılarla oturduk. Van'ın otlu peynirini de unutmayacağız, Van'ın kedisini de unutmayacağız, Van'ın inci kefalini de, Van'ın denizini de asla unutmayacağız ve 3000 yıllık kalesini de unutmayacağız Van'ın. Van, bizim tarihimizin ve kültürümüzün çok önemli bir parçasıdır. Görkemli bir tarihi var. O nedenle Van'ı Allah'ın izniyle iktidarımızda göreceksiniz, güçlü bir turizm merkezi haline getireceğiz. Tarım merkezi haline getireceğiz Van'ı. Sınır ticaretinden bütün Vanlılar kazanacak. Söyledim Vanlılara: Van'da huzur içinde yaşamak istiyorsanız, Van'ın gelişmesini, büyümesini istiyorsanız bize katılın dedim. Onlara da çağrı yaptım, bize katılın. Dolayısıyla biz Van'la da Vanlıyla da kucaklaşmak zorundayız. Kayyumdan şikayet ediyorlardı, evet gittiğimiz her yerde bundan şikayet ediyorlardı. Yine Vanlı kardeşlerime seslendim: Seçimle gelen seçimle gitsin diyorsanız, kayyum uygulamasından şikayet ediyorsanız, bize katılacaksınız bize; çözeceğiz bunların tamamını, çözeceğiz.

Bölgede gezdiğimde bir eve gittik, orada da Selahattin Bey'in çok sevildiğini gördüm. Çok seviliyor Selahattin Demirtaş. Haksız uygulamalardan, adaletsiz uygulamalardan çok şikayet ediliyor, ben de bu kürsüde defalarca şikayet ettim. Bize oy versin vermesin, bir kişi adaletsizlikle karşı karşıyaysa, ona sahip çıkmak insani görevimizdir; politik değil bakın, insani görevimizdir. Çünkü haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır. Haksızlık karşısında susmayacağız.

Söyledim; mahkeme kararlarını uygulamıyorlar, baskı yapıyorlar hakimlere, AHİM kararlarını, yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamıyorlar. Yine Vanlı kardeşlerime söyledim. Osman Kavala'nın da, efendim Selahattin Demirtaş'ın da, Harp Okulu öğrencileri darbeci diye yıllardır içeride onların da hakkını, hukukunu savunmak istiyorsanız, bize katılacaksınız, bize katılacaksınız. Çözeceğiz...

“5'li çetelerden şikayet ediyorsanız, SADAT'çılardan şikayet ediyorsanız, uyuşturucu baronlarından şikayet ediyorsanız adres belli, bize katılacaksınız” dedim. Efendim biz Van'dayken bir genel başkan yardımcımızın, kadın bir genel başkan yardımcımızın başkanlığında, kadın milletvekillerinden, Parti Meclisi üyelerinden ve Yüksek Disiplin Kurulu üyelerinden 15 arkadaşımız, kadın arkadaşımız Mardin'e gitti. Mardinlilerle kucaklaştılar, Mardinli kadınları dinlediler, Mardin'in ilçelerine gittiler. Dolayısıyla ben Şanlıurfa'da söz vermiştim. Mardin'e gitmedim ama Diyarbakır'da Mardinlilere de söz verdim. Çiftçilerin büyük sorunu var. Olağanüstü güzel bir Mardin Ovası var. Ankara'dan, Mardin Ovası'nda çalışan, alın teri döken, emek harcayan bütün Mardinli kardeşlerime sözümdür: Halkın iktidarında, bizim iktidarımızda 6 ilde, -saymıştım, bir daha sayayım- Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin, Şırnak, Siirt ve Batman'da çiftçiye elektriği ücretsiz vereceğiz, ücretsiz...

Yatırım yapacağız. Bakın bunu nasıl yapacağız? Gerçekten de cebimizden beş kuruş çıkmadan yapacağız. Bunların dediği gibi değil, yatırım yapacağız. Çiftçi kazanacak; hem elektriği bedava kullanacak, artan elektriği satacak, ayrıca oradan para kazanacak. Onların aklı dalavereye çalıştığı için iyi işleri bilmezler nasıl yapılacak diye. Biz iyi işleri biliriz, halkın çıkarını savunuruz, bu milletin çıkarını savunuruz. Mardin Ovası, olağanüstü güzel bir ova ve bu ovanın bereketini sağlayacağız, burada çalışanlar kazanacak. Herkese söz verdik ve sözümüzün arkasında duracağız.

Kutbettin Aslan, "oğlumu okutmak için inşaatlarda çalıştım" diyor Mardinli, öğretmen olsun diye... “Üniversiteyi bitirdi, KPSS'ye girdi, 85 puan aldı, mülakata girdi, 54 alarak elendi. Biz adalet istiyoruz. Yıllarca atama bekleyen gençleri duyun, Meclis'e getirin." Kutbettin kardeşim sadece senin evladın değil, haksızlığa uğrayan bütün evlatların sesi olduk biz. Bunun için Milli Eğitim Bakanlığı'na gittim, bunun için sizin çocuklarınızın hakkını, hukukunu savundum. Adalet istiyorsan Kutbettin kardeşim, bize geleceksin, beraber yapacağız biz bunu, birlikte yapacağız.

13 Mart Mahallesi Muhtarı Fahri Beşir kardeşimiz, "Ekonomiyi çözecek birini bekliyoruz. Vatandaşın sorunu ve özelikle de gençlerin sorunu iş, aş. Gençler arasında yüksek düzeyde madde bağımlılığı var" diyor. Biliyorum, ben boşuna mı diyorum uyuşturucu baronları, boşuna mı diyorum uyuşturucu çeteleri? Onların arkasında yandaşların verdiği oylarla iktidar olanların sorumluluğu var. Uyuşturucu baronları ile fotoğraf kim çektiriyor? İnsan kaçakçıları ile beraber fotoğrafı kim çektiriyor? Uyuşturucu baronlarının kim mahkemelerden, hapishanelerden çıkarıyor?

Bütün polis arkadaşlarıma söz verdim ve onların sözünü aldım. İktidarımızda uyuşturucu baronları ile yaptığınız mücadelede hiçbir siyasi güç sizi engellemeyecektir. Tam tersine önünüzü açacağız ve sizden sadece şunu isteyeceğiz. Bizim evlatlarımızı uyuşturucudan kurtarın, uyuşturucu baronlarının yakalayın, hep beraber hapse atalım. Kökünden temizleyeceğiz. Öyle bakanlar, şunlar bunlar uyuşturucu çetelerin arkasında... Bu defteri kapatacağız, bu defteri kapatacağız. "Ekonomiyi çözecek birini bekliyoruz" diyor. Ekonomiyi çözecek onlarca kişi var. Aklı başında olan her insan, ekonomik sorunları çözer. Aklı başında olan ve milletinin çıkarlarını düşünen herkes bu sorunu çözer.

6'lı masayı niye kurduk? 6 genel başkan niye bir araya geldi? 6 genel başkan, Türkiye'nin içinde bulunduğu sorunu neden çözmek için bir araya geldi? Bu ülkede huzur olsun diye, bu ülkede herkesin karnı doysun diye, bu ülkede işsizler olmasın diye; üniversiteyi bitiren evladımız, eve kapanıp kalmasın diye. Çözeceğiz bunların tamamını, hiç kimse bundan en ufak bir endişe duymasın. Yeter ki bize güvenin.

Nusaybin Sınır Kapısı... Evet, onu da açacağız. Van Sınır Kapısı gibi bütün sınır kapılarımızı gayet güzel projeler, bilgiler, birikimler, her şey var göreceksiniz. Türkiye'yi onların hayal edemediği güzelliklerle tanıştıracağız ve Türkiye'de herkesin huzur içinde yaşadığı bir ülkeyi, Türkiye'de ülkeyi ayağa kaldıracağız. Bunu yapacağız.

29'unda Van'dan döndüm, aynı akşam 6 liderin bir arada bir toplantısı vardı. Sayın Davutoğlu'nun ev sahipliğinde Gelecek Partisi'nde buluştuk. Temel ilkeler ve hedefler açıklamasını yaptık, hangi temel ilkelerde ve hangi hedeflerde bir araya geliyoruz diye. Bu bizim açımızdan çok önemli. Bunu gerçekleştirdik. Burada son hazırladığımız temel ilkelerin son paragrafını okumak isterim:

"Birbirinden farklı siyasi geleneklere sahip partiler olarak bizler, cumhuriyetimizin ikinci 100 yılına adım atarken, ülkemizin daha huzurlu, daha mutlu, daha müreffeh, daha özgür ve daha demokratik olmasını sağlamak üzere işbirliği ve güç birliği yaptık. Bu birlikteliğimizi, milletimizin desteği ile hedeflerimizi gerçekleştirinceye kadar sürdüreceğiz. Azmettik, kararlıkla götüreceğiz. Bu ülkeye huzuru ya getireceğiz, ya getireceğiz. Ortası yok!"

Efendim, bu temel hedefler dışında bir açıklamamız daha oldu. En uzun görüşmeydi bu 6 liderin görüşmesi. İki ayrı metin kamuoyuyla paylaşıldı. Bunlardan birisi geçen toplantıda aldığımız ve kurulmasına karar verdiğimiz komisyonların hangi aşamaya geldiği, hangi çalışmaları yaptığı konusunda. Seçim Güvenliği Komisyonu kurmuştuk. Burada 4 aşamalı güvenlik sağlayacağız:

1) Seçim öncesi, bugün.

2) Seçim dönemi, karar alındıktan sonra.

3) Seçim günü oy kullanırken,

4) Seçim sonrası sayılırken ve tutanaklar alınırken...

Dört aşamada neleri nasıl yapacağımız konusunda bütün ayrıntılar belirlendi. 6 partinin ilgili genel başkan yardımcıları ve dijital ortamdan sorumlu olan kendi partilerinde arkadaşlar bir araya geldiler ve bu çalışmayı bitirdiler. Bu çalışma, 6 Haziran Pazartesi günü kamuoyuyla paylaşılacak ve bu konuda genel başkan yardımcısı arkadaşlar, bir araya gelip bunu paylaşacaklar.

İki; Kurumsal Reformlar Komisyonu. Yani gelince ne yapacağız? Ekonomide hangi kararları alacağız? Hangi kurumların oluşması lazım? Bu konuda Kurumsal Reformlar Komisyonu diye bir komisyon kurmuştuk. Stratejik Planlama Teşkilatının kurulması, Merkez Bankası'nın kurumsal yapısının güçlendirilmesi ve bağımsızlığının teminat altına alınması, Ekonomik ve Sosyal Konseyin yeniden yapılandırılması ve işlevsel hale getirilmesiyle ilgili kararlar alındı, raporlar hazırlandı. Bu da 13 Haziran Pazartesi günü yine genel başkan yardımcıları tarafından kamuoyuyla paylaşılacak.

Kur korumalı mevduatın Türkiye için ne kadar tehlikeli olduğu konusunda iktidarın, yani Saray'ın dikkatini çektik, bunu vicdani bir görev olarak kabul ettik. Kapsamlı bir göç politikası oluşturmak amacıyla da bir komisyon kurulmaya daha karar verdik. Sığınmacılar var, göçmenler var, kaçaklar var... Dolayısıyla 6 lider, 6 siyasi parti, bu konuda bir ortak görüş oluşturmak zorundayız ve bununla ilgili de bir komisyon kurulmasına karar verildi.

Kamuoyuna yaptığımız açıklamanın son paragrafını okumak isterim: "Çok zor şartlar altında hayat mücadelesi veren milletimize ortak mesajımız şudur. Her gün derinleşen sorunlara son verme hedef ve iradesiyle bir araya gelen liderler olarak, iktidarın gündem mühendisliklerini boşa çıkararak, ülkemizi bu darboğazdan kurtaracak, milletimizi hak ettiği demokratik ve müreffeh Türkiye hedefine ulaştıracağız." Evet, inşallah bunu yapacağız. Beraber Türkiye'nin huzuru için elimizden geleni yapacağız.

Efendim, İstanbul İl Başkanımız. Adaletsiz kararlarla, hukuksuz kararlarla mahkum edilmişti ve bugün savcılığa gitti, Silivri'de şu anda. Sabahleyin evden ayrılmadan önce beni aradı, kendisiyle konuştuk. Morali gayet iyi. Çünkü biliyor ki, bir suç işlediği için değil, onurlu ve dik durduğu için cezalandırılıyor. Onurlu ve dik durduğu için...

Biz onların hiç bir siyasi hükümlü tanımıyoruz. Ne derlerse desinler, duruşumuz bellidir, onurumuz bellidir, insanlığımız bellidir, hedefimiz bellidir, ne için çalıştığımız bellidir. Hapse atarlar, tutuklarlar, gözaltına alırlar... Ne yaparlarsa yapsınlar, asla ve asla onurumuzdan ödün vermeyeceğiz ve vermiyoruz. Vermeyenlerden birisi de İstanbul İl Başkanımız Canan Kaftancıoğlu.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız için de yarın duruşma var. Çalışıyor, üretiyor, İstanbullulara hizmet ediyor. Hazmedemiyorlar... Hâlâ İstanbul'u kaybettiklerine inanmıyorlar. Hâlâ acaba Ekrem Başkan'ı oradan nasıl alırız arayışı içindeler. Öyle demişti evet, sizin dediğiniz gibi; İstanbul'u kaybeden Türkiye'yi kaybeder. Zaten kaybedecekler. Bıçak kemiğe dayandı, mutfaklarda tencere kaynamıyor. Beyler Amerika ile Türkiye arasında dolarları transfer ediyorlar. Ben bunu bilmiyor muyum? Açıkladım. Oraya da geleceğim birazdan, oraya da geleceğim. Ama hiç kimse unutmasın; hiçbir yönetici, hiçbir CHP'li yönetici sahipsiz değildir. Arkasında milyonlar vardır. Hep beraber milyonlar olarak arkadaşlarımızın arkasındayız. Dik ve onurlu duruşları bizi mutlu eden en önemli tavırdır. Bunu herkesin bilmesini isterim.

Ekrem Başkan ne yaptı? Ekrem Başkan şu anda 1.2 milyar avroluk metro yatırımlarını sürdürüyor, durdurmuşlardı. Tamamını yapıyor... İstanbul'un yeşil alanı 6 milyon metrekareden, 7 milyon metrekareyi aşan bir büyüklüğe ulaştı. 168 bin 181 çocuğa ücretsiz süt veriyor. 32 kreş açıldı, 30 kreş daha yapılıyor, sayıyı 150'ye çıkaracağız. Fakir mahallelerden başlayarak; söyledim fakir mahallelerden başlayacağız, yoksul mahallelerden başlayacağız. O mahallede yaşayan kadın güven içinde evladını getirecek, belediyenin kreşine teslim edecek.

İBB tarihinde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarihinde ilk kez öğrenci yurdu yapıldı. 3 öğrenci yurdu açıldı, 7'si için çalışma var, 5000 yatak kapasitesine ulaşılacak. Bizim hedefimiz neydi? İktidar olduğumuzda 1 yıl içinde Türkiye'de yurt sorununu çözeceğiz, 1 yıl içinde. Ama iktidara biraz zaman var, seçim olması lazım ama belediyelerimiz bunu yapıyorlar. 115 bin 178 öğrenciye burs veriliyor. Diyorlardı ya bir dönem: "Efendim CHP geldi; gitti, Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Bursları kesildi." Aslında AK Partili belediyeler burs vermek istemiyorlardı. Yoksa kanunu değişmedi, bir şey değişmedi. Pekala veriliyor demek ki...

85 noktada kronikleşen su baskınları sorunu çözüldü. Bakın yağmur yağıyor, öyle bir olay söz konusu değil. Bu da önemli bir olay. 354 bin fatura ödendi pandemi döneminde; 85 milyon liralık bir destek verildi. Ki belediye başkanlarımız kampanya açtıklarında, vatandaşların yaptıkları nakdi yardımlara el koydular, belediyelere vermediler vatandaşa hizmetin götürmesin diye. Şu kine bakın, şu öfkeye bakın Allah aşkına. Ya kendi cebine koymayacak, vatandaşa verecek, vatandaşın huzuru için bu parayı harcayacak. "Alamazsın" dediler, bankaya gidip el koydular bu paraya.

Çöpten elektrik üretilmeye başlandı. Çiftçilere destek: 17 milyonu aşkın fide dağıtıldı. 1200 ton kuzu yemi, 1175 torba silajlık mısır tohumu, 1248 ton süt yemi, 2541 torba yağlık ayçiçeği tohumu dağıtıldı. Ayrıca 850 bin ton patatesten tutun, 20 bin litre zeytinyağına kadar alındı ve İstanbul'un yoksul ailelerine dağıtıldı. Bütün bunları hazmedemiyorlar. Hazmedemedikleri için de "acaba Ekrem Başkan'ı nasıl, hangi formülle oradan alırız da, oraya birisini tayin ederiz, birisini atarız?" Bu arayışa girmek vatana ihanettir. Bu arayışa girmek demokrasiye ihanettir. Bu arayışa girmek millete ihanettir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanını kim seçti? Sarayı mı seçti? Uyuşturucu baronları mı seçti? İnsan kaçakçıları mı seçti? Kim seçti? Halk seçti halk. Halkın iradesine saygı göstereceksiniz, milletin iradesine saygı göstereceksiniz.

Efendim, bu arada bir parantez açayım. Bu arada birisi de beni hapse göndermekle tehdit etmiş. Ya sizin feriştahınız gelse, bize diz çöktüremez. Kimsiniz siz ya? Kimsiniz Allah aşkına? Eğer biz hapislerde korksaydık, bu kadar cesur olmazdık. Biz hapislerden korksaydık, sizin gibi olurduk. Biz sizin gibi değiliz. Dün söylediklerimizi, dün tükürdüğümüzü bugün yalamayız biz. Ne söylediysek, sözümüzün arkasındayız. Çünkü bizim sözümüz erkek sözüdür, insan sözüdür. Kadınlar kızmıyor değil mi bunu dediğim için? Kızmıyor, evet...

Efendim, şimdi yeni bir şey daha yaptılar, kendilerini muhalif olarak göstermek istiyorlar. İşte bir tweet attık yabancı asker ve NATO konusunda; yabancı asker istemiyoruz kendi ülkemizde ne var bunda? Vay efendim, bunu nasıl söylersin? Bir daha söylüyorum: Bu topraklarda yabancı asker postalı istemiyoruz kardeşim! İstemiyoruz.

Bir daha söyleyeyim. Ben Bahçeli değilim, ben Bahçeli değilim... Gitti, tezkereye “evet” verdi, “terörle mücadelede yabancı askerler Türkiye'ye davet edilebilir” diye oy verdi. Ben öyle değilim. Ben gerçek milliyetçiyim, ben gerçek ülkücüyüm, ben gerçek vatanseverim. Ben gerçekten de ülkemi seviyorum. Ben, kendi ülkemde asker postalı istemiyorum.

Şimdi bu muhalif görünenler “işte efendim Kılıçdaroğlu şöyle, Kılıçdaroğlu böyle” diye bize ders vermeye kalkıyorlar. Ya sen daha düne kadar zorba hakkında tek cümle bile yazmadın, tek cümle bile yazmadın. Bize ayar vermeye kalkıyor. Gazeteci olduklarını söylüyorlar. Dün ne olduklarını biliyorduk, bugün de ne olduklarını biliyoruz. Bu arada şunu da söyleyeyim tabii: Gerçek gazeteciler var, kalemini satmayan gazeteciler var. Kalemini satmadığı için işinden olan gazeteciler var. Bu gazeteciler de beni eleştirir. Onların eleştirileri benim başımın üstüne. Hiçbir zaman o gazetecilere saygısızlık etmem. Eğer varsa görüş ayrılığımız, o görüş ayrılığını da saygıyla karşılarım. Bu sorumlu gazeteciler, bir hata yaptığımız zaman kaygılarını da paylaşırlar kamuoyuyla. O nedenle bizi onlara kimse benzetmesin.

Değerli arkadaşlarım, biraz da gülelim isterseniz. Malum çocuklarına vakıf kurdurmuş bir Türkiye'de, bir Amerika'da. Alıyor parayı buradan, dolarları oraya… Orada ne yapacak? Efendim, işte öğrencilere yurt yapacak. Nerede? Manhattan'da... Amerika'nın en pahalı yeri. Oradaki ofislerin metrekaresi bilmem kaç bin dolar. Bizim de buna inanacağımızı sanıyor. Ya sen aklını peynir ekmekle mi yedin kardeşim? Hadi kendi yandaşının, hadi saray şürekasını, hadi yandaşları, 5'i çeteyi ikna edebilirsin ama bizi ikna edemezsin. Edemezsin... Gittin çiftlik de aldın, Muhammed Ali Clay'in çiftliğini aldın. Ne yapacaksın çiftlikte? Farz edelim ki, herhangi bir vatandaşımız gitti, bir yerden çiftlik aldı. Ne yapar? Gider çiftliğe yerleşir değil mi? En azından tatilini yapar çiftlikte, en azından bir iş yapar. Çiftliği niye aldın? Tık yok. Gökdeleni Manhattan'a niye kurdun? Tık yok. Efenim ne olacak? "Kılıçdaroğlu'nu mahkemeye vereceğim." Zaten vereceksin. Elin mahkum, yapacağın başka bir şey yok ki zaten. Hakim tayin edeceksin, Kılıçdaroğlu'nu mahkum edecek. Önemli olan mahkemede, seçilmiş mahkemede mahkum olmak değil. Önemli olan milletin vicdanında aklanmaktır.

Ya para gönderdin mi? Evet. Parayı gönderen vakıfta senin çocukların var mı? Evet. Parayı gönderdin Amerika'ya. Evet. O parayı alanlar senin çocukların var mı o vakıfta? Evet. Gönderen sen, alan sen. "Efendim, tazminat davası açacağım. Aldığım parayı da TÜRGEV'e ve ENSAR'A bağışlayacağım.” Yani, “çocuklarıma tekrar vereceğim" diyor. Ya bunlarda akıl da yok ya. Vallahi bu adamda akıl yok ya. Ya arkadaş; sen aldığın paraları alıyorsun. O kadar şey ki: "Bunları tekrar TÜRGEV'e vereceğim, ENSAR'A vereceğim, bunlar Amerika'ya götürecekler." Kim bilir ne yapacaklar? Burada ayıp olan ne? Ayıp olan şu: Milyonlarca dolar para gönderiyorsun milyonlarca dolar; gökdelen yaptırıyorsun, çiftlikler alıyorsun. Bu gönderdiğin parayı Amerikalılara bildiriyorsun. Amerikalılar biliyor ama biz bilmiyoruz. Amerikalılar öğreniyor ama biz Amerikalıların resmi kuruluşları var Gelir İdaresi Başkanlığı (IRS) biz de onların internet sitesinden öğreniyoruz. Amerika'da hukuk var, soruyor "arkadaş, bu parayı niye getirdin buraya?" Biz de de hukuk var. Bu parayı niye gönderiyorsun? Ama kimse ne kadar para gönderdiğini bilmiyor, açıklamıyorlar.

Şimdi şöyle düşünelim, bütün vatandaşlarım da düşünsünler. Ben herhangi bir kuruluşa yardım yaptığımda bunu açıklarım, gurur duyarım. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nde diyelim yardım yaptım, Kızılay'a yardım yaptım, Yeşilay'a yardım yaptım; ben gurur duyarım, yardım yaptık deriz. Bunlara yardım yapanların kimliği gizli. Niçin? Başka bir şey var. "Aldın ihaleyi, buraya öde bakayım milyon dolarları". Tabi "ihale komisyonu o, buraya ödeyeceksin" diyor. Biz bunları bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Şimdi dava açmış mahkemeye, çok teşekkür ederim. Ben bu TÜRGEV'in, bu ENSAR'ın, bütün malvarlıklarını, aldıkları bağışları, kimlerden aldıklarını mahkemeye isteyeceğim ve Türkiye bunların tamamını öğrenecek. Belki de vazgeçebilirler dava açmaktan...

Öyle "bağışladım, mağışladım" değil, havale merkezine parayı gönderiyor. Yaptığı bu... Bütün vatandaşlarıma söylüyorum: Bir siyasetçinin hesabını veremeyeceği bir şey olmamalı. Bir siyasetçinin halkından gizli bir şeyi olmamalı. Bir siyasetçinin evlatları para pul işine girmemeli. "Operasyon yapacağım" diyor şimdi, "sınır ötesi operasyon yapacağım" diyor. Senin oğlun var, dünya kadar milyonları var. Ok atmakta da çok becerikli. Gönder, niye göndermiyorsun?

Fakir fukaranın çocuklarını gönderiyorsun. Şehitler geliyor. Senin çocukların ise milyon dolarlarla oynuyorlar Amerika ile Türkiye arasında. Daha Okçuluk Vakfını da bilmiyoruz, onlar ne yaptı bilmiyoruz. Onlar da gizli kapaklı ama milletime sözüm var: Tüyü bitmemiş yetimin hakkını sormak benim boynumun borcudur. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını sormak benim boynumun borcudur. Kimse endişelenmesin, kimse... Türkiye'yi huzura kavuşturacağız. Herkesin huzur içinde yaşadığı, herkesin arzu ettiği şekilde düşünebildiği, düşüncesini ifade edebildiği, her sanatçının Türkiye'nin her bölgesinde sanatını icra ettiği güzel bir Türkiye'yi beraber inşa edeceğiz.

Sağ olun, var olun.

Bakmadan Geçme