Gelir ve vergi adaletsizliği büyüyor
Türkiye'de gelirde ve vergide adaletsizlik büyürken, DİSK-AR raporu, işçi haklarının korunması ve ekonomik adalet için adil politikaların hayata geçirilmesini talebini gündeme taşıyor.
Gelirde ve vergide adaletsizlik sorunu, Türkiye'de önemli bir sosyal adalet meselesi olarak ortada duruyor. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Araştırma Merkezi DİSK-AR tarafından hazırlanan son raporda, 2024 yılında artan döviz krizi ve enflasyonun işçi ve emekçiler üzerindeki yıkıcı etkilerine işaret ediliyor.
Özellikle asgari ücretin yetersizliği ve belirlenmesindeki adaletsizlikler, ekonomik yönetimin politikalarıyla derinleşiyor. Bu süreçte, enflasyon oranları resmi verilere rağmen gerçek alım gücü kaybını yansıtmıyor; işçiler ve dar gelirliler için yaşam maliyetleri artarken, gelirler hızla eriyor.
Ülkedeki sendikalaşma düşmanlığı ve toplu iş sözleşmesi kapsamının sınırlılığı, işçi haklarının gerilemesine ve işçi sınıfının asgari ücretlerle sınırlanmasına yol açıyor. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) raporuna göre Türkiye, işçi hakları açısından dünyada en kötü 10 ülke arasında yer alıyor. Bu durum, işçilerin ve emekçilerin yaşam standartlarını ciddi şekilde olumsuz etkiliyor.
Vergi sisteminde de adaletsizlikler belirgin bir şekilde görülüyor. Gelir vergisi tarifelerinin düşük olması ve asgari ücret istisnasının yetersiz uygulanması, düşük ve orta gelirli çalışanların vergi yükünü artırıyor. Dolaylı vergilerin ağırlığı ise gelir dağılımındaki eşitsizliği derinleştiriyor; işçilerin ve dar gelirlilerin gelirlerinin büyük bir kısmı bu vergilerle karşılanıyor.
Sonuç olarak, rapor gelir adaleti ve vergi adaleti için çağrı yapıyor. Asgari ücretin artırılması, vergi tarifelerinin yeniden düzenlenmesi ve dolaylı vergilerin azaltılması talepleri, adil bir ekonomik sistem için önemli adımlar olarak öne çıkıyor. Türkiye'de ekonomik ve sosyal adaletin sağlanması için yapısal reformlar ve adaletli politikalar uygulanması gerektiği vurgulanıyor.
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu'nun raporu açıkladığı konuşmasından satır başları şöyle:
"2021 yılı son çeyreğinde başlayan döviz krizi ve artan fiyatlar emeğiyle geçinenlerin alım gücünde ciddi kayıplara yol açtı. Bu dönemde tartışmalı TÜİK rakamlarıyla bile resmi yıllık enflasyon oranı yüzde 80'leri, gıda enflasyonu yüzde 100'ü aştı. İşçiler, emekçiler, emekliler, dar gelirliler ise enflasyonu çok daha şiddetli hissetti. Yüksek enflasyon tüm ücretli çalışanların ve emeklilerin gelirlerini hızla eritti ve eritmeye de devam ediyor. Ülkeyi yönetenler ise bizlerin gelirlerindeki büyük gerilemeyi adeta politikalarının başarılı bir çıktısı olarak görüyorlar. Tam da bu anlayış çerçevesinde Aralık 2023'te belirlenmiş olan ve açlık sınırının dahi altında kalan asgari ücretin artırılmayacağını söylüyorlar.
Ülkemizde sendikalaşma önündeki engeller ve toplu iş sözleşmesi kapsamının sınırlılığı Türkiye'yi bir asgari ücretliler toplumu haline getirdi. Bildiğiniz gibi Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) tarafından hazırlanan Küresel Haklar Endeksi'nin 2024 raporu da geçtiğimiz günlerde yayımlandı ve Türkiye maalesef 2016'dan beri dünyada işçi hakları açısından en kötü 10 ülke arasındaki yerini koruyor. Emeği ucuzlatmak uğruna, işverenlerin sendikal hakları gasp etmesine seyirci kalınıyor, ILO sözleşmeleri göz göre göre çiğneniyor, Türkiye işçi sınıfının yarısından fazlası asgari ücrete mahkûm ediliyor, asgari ücret ise bile isteye enflasyona ezdiriliyor.
Bilindiği gibi bizler yüksek enflasyon altında ücretlerin yılda dört kez artırılmasını savunuyor; işçileri, emekçileri, emeklileri yoksullaştıran tercihlerin; ücretleri baskılamaya dönük politikaların terk edilmesi istiyoruz. Yani “gelirde adalet” istiyoruz.
Diğer yandan işçilerin gelirini korumayan, asgari ücreti artırmayan hükümet, işçilerin üzerindeki ağır vergi yükünü düşürecek düzenlemeleri de hayata geçirmiyor. Yüksek enflasyon nedeniyle alım gücünde büyük kayıp yaşayan çalışanların eline geçen net ücretleri de yılın ikinci yarısında artan vergi ve kesinti yükü nedeniyle daha da düşüyor. Gelir vergisi oranlarının yüksekliği, vergi tarife dilimlerindeki adaletsizlikler ve asgari ücret vergi istisnasının çalışanlar aleyhine uygulanması sebebiyle işçilerin vergi yükü artıyor.
Dolaysız vergiler yanında dolaylı vergilerin yüksekliği de çalışanların vergi yükünü artırıyor. Bir yandan gelir vergisi bir yandan dolaylı vergiler, ülkenin vergi gelirlerinin önemli bir kısmını çalışanlardan karşılanmasına yol açıyor. İşverenlere ise vergi indirimleri ve prim destekleri sürüyor. Gelirdeki ve vergideki adaletsizlik servetlere de yansıyor. Türkiye'de en zengin yüzde 1'in servetinin bütün ülkenin servetinin yüzde 39,5'ini oluşturmasına rağmen büyük servet sahiplerine uygulanacak herhangi bir vergi düzenlemesi akıllarından bile geçmiyor.
Aksine vergideki adaletsizliği büyütecek adımlar atılıyor. Kamuoyunun gündemine oturan vergi paketinde ücretlilerin vergi yükünü hafifletecek herhangi bir düzenleme bulunmadığı gibi KDV ve harçlarda artış yapılması planlanıyor. Vergilerin önemli bir işlevi olan gelirin yeniden bölüşümü ve gelir adaleti sağlama işlevi görmezden geliniyor. Hükümet vergiyi tabana yaymaya devam ediyor.
Bizler bu şartlar altında “Gelirde Adalet Vergide Adalet” mücadelemizi büyütmeye kararlıyız ve bugün burada sizlerle paylaştığımız DİSK-AR tarafından hazırlanan bu raporumuz da mücadelemizin bir parçası. Raporumuzda özetle asgari ücretin artırılması talebinin bilimsel dayanaklarını ve işçilerin artan vergi ve kesinti yükünü ortaya koyuyoruz."
Raporda, asgari ücrete ilişkin tesiptler de şöyle sıralandı:
ASGARİ ÜCRET GERÇEKLERİ
"AKP hükümeti enflasyonda mücadelenin yolu olarak ücret ve diğer emek gelirlerini bastırmayı görüyor. Sıkı para politikası ve sıkı maliye politikası olarak bilinen bu politikanın anlamı, enflasyonun faturasını ücretlere çıkarmaktır. Ücret artışlarının enflasyonu artıracağı iddiası gerçek dışıdır. Raporda da ortaya koyduğumuz gibi; enflasyon ücretler arttığı için artmıyor, tersine ücretler enflasyon arttığı için artıyor. Üstelik ücretler gerçek enflasyonun çok altında artıyor ve böylece reel olarak geriletiliyor. Ülkemizde enflasyonun temel sebebi aşırı dolarizasyon, fahiş şirket (firma) kârları ve çeşitli arz sıkıntılarıdır. Ücretlerin, özellikle de asgari ücretin enflasyonu tetiklediği yönündeki iddiaların dayanağı yoktur.
Asgari ücret fiyat artışları karşısında erimektedir. BİSAM tarafından hazırlanan araştırmaya göre dört kişilik bir ailenin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için hesaplanan yoksulluk sınırı, Mayıs 2024'te 64 bin TL'ye yaklaşmıştır. Yani yoksulluk sınırı, net asgari ücretin 3,7 katıdır. Nisan 2024 itibarıyla asgari ücret, bir ailenin sadece gıda harcamasını kapsayan açlık sınırının altında kalmıştır. Asgari ücret 17 bin TL ilen açlık sınırı Mayıs 2024 itibarıyla 18 bin 484 TL olmuştur. 2024 yılında asgari ücret artışı yapılmazsa 2024 sonunda açlık sınırının 4-5 bin TL altına gerilemesi beklenmektedir. Hükümetin bu tercihi milyonları açlıkla karşı karşıya bırakmaktadır.
Asgari ücret yıllardır gelir adaletsizliğini büyütecek şekilde belirlenmektedir. 1970'lerde kişi başına GSYH'nin yüzde 80,6'sı düzeyinde olan asgari ücret, 2023'te kişi başına GSYH'nin yüzde 50,7'sine gerilemiştir.
Türkiye Avrupa'nın en düşük asgari ücretli ülkeleri arasındadır. Biliyorsunuz sayın Maliye Bakanı asgari ücretin Türkiye'de düşük olmadığına, hatta yüksek olduğuna dair bir açıklama yaptı. Ama veriler, bilimsel gerçekler, hayat, bu ülkede yaşayan milyonların çarşıda pazarda yaşadığı gerçeklik bunun tersini söylüyor. 2014'te Avrupa'da Türkiye'den düşük asgari ücretli 12 ülke varken, 2024 yılı başında sadece 5 ülke vardır. (Makedonya, Arnavutluk, Bulgaristan, Karadağ ve Sırbistan) Dolayısıyla bugün Türkiye'de asgari ücretin yüksek olduğunu söylemek akılla, mantıkla, vicdanla bağdaşır bir ifade değildir.
Asgari ücretin reel kaybını göstermek için altın fiyatlarına baktığımızda, asgari ücretli 2016'ya göre 7, 2003'e göre 13 ve 2005'e göre 19 Cumhuriyet altınını kaybetmiştir. 2005'te yıllık asgari ücret ile 31,5 Cumhuriyet altını alınabilirken günümüzde ortalama 12,6 Cumhuriyet altını alınabilmektedir
Asgari ücret sembolik bir ücret değildir. DİSK-AR'a göre işçilerin yaklaşık yüzde 50'si asgari ücretin altında ve civarında (+/- yüzde 20) ücret almaktadır. Merkez Bankası raporlarına göre sanayide çalışanların yüzde 50'si asgari ücret civarında bir ücretle çalışmaktadır. Kadın çalışanlar açısından tablo daha ağırdır. Tahmini 7 milyon kadın çalışanın yüzde 61,4'ü asgari ücret ve civarında ücretler ile çalışmakta, yüzde 41'i asgari ücret dahi alamamaktadır.
Türkiye işçi sınıfının asgari ücrete mahkûm edilmesi de bir tercihtir. Türkiye'de toplu iş sözleşmesi kapsamı yüzde 10,6 ve asgari ücret kapsamı yüzde 50 civarındayken AB'de ortalama TİS kapsamı yüzde 60, asgari ücret kapsamı yüzde 4'tür.
Bu tespitler ışığında asgari ücrete dair taleplerimiz şunlardır:
Asgari ücret kapsamının düşürülmesi için toplu pazarlık kapsamı genişletilmeli, sendikal hakların kullanımının önündeki engeller kaldırılmalıdır.
Asgari ücret yüksek enflasyon dönemlerinde yılda 4 kez belirlenmelidir.
Asgari ücret tespitinde asgari ücretin ortalama ücret haline geldiği dikkate alınmalıdır.
Asgari ücret artışında resmi enflasyon oranları değil, kişi başına GSYH artışı esas alınmalıdır.
Asgari ücret belirlenirken geçim şartları (yoksulluk sınırı) göz önüne alınmalıdır.
Asgari ücret uluslararası standartlara uygun saptanmalı, işçinin kendisi ve aile birlikte hesaba katılmalıdır.
En düşük emekli aylığı asgari ücret düzeyine yükseltilmelidir.
Asgari ücret bütün işçiler ve memurlar için ortak saptanmalıdır.
2024 asgari ücreti derhal güncellenmelidir."
Raporda, vergidedeki adaletsiz dağılıma ilişkin tespit, öneri ve eleştiriler de şöyle sıralandı:
VERGİDE DE ADALET YOK
*Gelirde adalet olmadığı gibi vergide de adaletsizlik devam etmektedir. Bilindiği gibi vergilerin en önemli işlevlerinden biri gelirin yeniden dağıtımı ve gelir adaletini sağlamaktır. Devlet transfer harcamaları ve vergiler yoluyla gelirin yeniden bölüşümü sağlar. Oysa ülkemizde çok kazananın az, az kazananın çok vergi verdiği adaletsiz bir düzenle bu mekanizma tersine işlemektedir. Vergiler işçiden, emekçiden, emekliden, dar gelirliden sermayeye, işverenlere, zenginlere kaynak aktarmak için kullanılmaktadır. Vergi sistemindeki adaletsizliğe dair raporumuzda geniş kapsamlı bir biçimde yer alan gerçekler şu başlıklar altında özetlenebilir:
Yılın başında işçinin ücretinin yüzde 20,8'i vergi ve kesintiye giderken eylül itibarıyla bu oran yüzde 28,6'ya yükseliyor. Ücretli çalışanlar yılın ilerleyen aylarında ikinci ve üçüncü vergi dilimlerine girmeye başladıkları için net ücretleri düşüyor.
İşçilerin yıl içerisinde ücretlerinin düşmesine yol açan faktörlerden biri vergi dilimlerinin bilerek ve isteyerek düşük belirlenmesidir. Dilimler düşük belirlenerek işçilerin yıl içerisinde üst vergi tarifesine geçmesi sağlanmaktadır. Oysa 2000 yılındaki ilk vergi tarife dilimi yeniden değerleme oranına göre artırılsaydı 2024'te ilk vergi tarife dilimi 110 bin TL değil yaklaşık 290 bin TL olacaktı. 2000 yılındaki vergi tarife dilimi asgari ücret artışı kadar artış artırılsaydı 2024 ilk vergi tarife dilimi 438 bin TL'yi aşacaktı. Yani işçiler yıllık gelirleri 110 bini değil 438 bini geçtiğinde üst vergi dilimine geçecekti.
Asgari ücret istisnası da çalışanlar aleyhine ve vergiden indirim yöntemiyle uygulanmaktadır. Asgari ücret istisnasının vergiden değil matrahtan indirim şeklinde uygulansaydı 2024'te işçinin eline geçen net ücret en az 14 bin TL artacaktı.
Türkiye'de işçiler şirketlerden fazla vergi veriyor: 2014-2023 arasında toplam vergi gelirlerinin yüzde 16'sı işçilerin ücretlerinden kesilmişken şirket vergilerinin (kurumlar) payı yüzde 15,6 düzeyinde.
Gelir düzeyi ne olursa olsun bütün yurttaşlar tarafından aynı oranda verilen ve bu nedenle de adaletsiz olan ÖTV, KDV gibi dolaylı vergilerin tüm vergiler içindeki oranı 1990'da yüzde 48 iken 2000'de yüzde 59'a ve 2024'te yüzde 69'a ulaşmıştır. İşçiler bir yandan gelir vergisi tevkifatı yoluyla vergilerini daha ücretlerini almadan peşin ödemekte, öte yandan tüketim sırasında da ikinci kez vergi ödemektedir. Böylece çifte vergilendirmeye maruz kalmaktadır.
Türkiye'de en zengin yüzde 10 toplam servetin yüzde 70'ine, en zengin yüzde 1 ise yüzde 39,5'ine sahiptir. Türkiye'de servet sahipliğinde ciddi bir dengesizlik olmasına rağmen, büyük servetlere yönelik bir servet vergisi uygulaması bulunmuyor.
2010 yılından bu yana işverenlere yapılan SGK prim desteği toplam 58,7 milyar dolara ulaştı. Bu miktar Türkiye'nin AKP döneminde yapılan özelleştirme gelirleriyle neredeyse aynı.
Bu tespitler ışığında az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınan adaletli bir vergi sistemi için atılması gereken adımlar şunlardır:
Gelir vergisi ilk tarife oranı yüzde 10'a düşürülmelidir.
Gelir vergisi tarife dilimleri yeniden değerleme oranı kadar (asgari ücret artışından az olmamak kaydıyla) artırılmalıdır.
Asgari ücret istisnası vergiden değil, matrahtan indirim yoluyla uygulanmalıdır.
İşverenlere uygulanan 5 puanlık SGK prim indirimi işçilere de sağlanmalıdır.
Üst gelir gruplarına ve büyük servet sahiplerine yönelik olarak servet vergisi uygulanmalıdır.
Çağ dışı damga vergisi kaldırılmalıdır.
Dolaylı vergilerin oranları düşürülmeli, bu adaletsiz vergilerin vergi gelirleri içinde payı azaltılmalıdır.
Tüm bu değerlendirmelerimizi çok daha geniş biçimde raporumuzda bulabilirsiniz. Az önce de ifade ettiğim gibi bu rapor iki yıldır sürdürdüğümüz “Gelirde Adalet, Vergide Adalet” mücadelesinin yeni döneminde bizlere ışık tutacaktır.
Adı konulmamış bir IMF programı ile zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul yapıldığı bu düzene karşı işyerlerinden başlayarak, sokak sokak, meydan meydan bu mücadeleyi büyütmeye kararlıyız.
Milyonları açlığa, yoksulluğa mahkûm ederek ekonomik ve siyasi güçlerini büyüteceklerini sananlar bilsinler ki, başaramayacaklar."