Doç. Dr. Bekir Gökpınar

Fatih'in alimleri himayesi

Doç. Dr. Bekir Gökpınar

 

Fatih’in en çok dikkat çeken özelliği parlak zekası, çelik gibi iradesi ve azmi ile gösterdiği dehâsı münakaşa edilemeyecek bir realitedir. Savaşlardaki başarısı kadar yaşadığı dönemde yüksek kültür ve münevver kişiliğe sahip olması ayrı bir husustu. İslamî ilimlerin yanında edebiyat ve sanatla ilgileniyordu. Kısaca dönemine göre daha ileri bir entelektüel kişiliğe sahipti. Fetihten sonra İstanbul’da oluşturduğu ilim ve kültür atmosferi büyük Osmanlı medeniyetinin temellerini teşkil etmişti. Fatih, şehzadeliğinden başlayarak saltanatı ile birlikte imparatorluğun ilim ve kültür hayatını zenginleştiren çok sayıda alimi himaye etmişti. Bursa’da naklî ve aklî ilimlerde öncü isim olan Molla Fenârî’nin yetiştirdiği birçok alim fetihten sonra Fatih’in teşvik ve ihsanlarıyla İstanbul’da toplanmıştı. Fatih sadece bunlarla yetinmemiş, Horasan, Semerkand gibi önemli ilim merkezlerinde yetişen alimleri de oluşturduğu ortak kültür havzasında bir araya getirmişti. Bu alimler arasında Molla Gürânî, Molla Hüsrev, Hızır Çelebi, Molla Lütfî, Hocazâde, Alâeddin Tusî, Müeyyedzâde gibi pek çok kişi vardı. Bunlar sadece dinî ilimlerde değil mantık, kelam, felsefe, astronomi, edebiyat, matematik, tıp gibi alanlarda sahasının otorite isimleri idi. Fatih, bu alimlere birçok imkanlar sağladığı gibi bunlarla konuşmayı, tartışmayı ve şakalaşmayı severdi.  

Osmanlı’nın kuruluşundan itibaren ilim ve alimin kıymeti fevkalade yüksekti. Ancak bu durum Fatih döneminde çok daha belirgin hale gelmişti. Önemli paşalarını dahi alimlerin arasından seçerdi. İstanbul’a kadı tayin ettiği Hızır Bey kimdi? Molla Yegan’ın öğrencisi, kuvvetli bir zeka ve ilme sahip olan Sinan Paşa’nın babasıydı. Hızır Bey’i bugün Kadıköy’e verdiği isimle anmaya devam ediyoruz. Dinî ilimlerin yanında kendisi şairdi, Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler yazmıştı. Fatih yaşadığı devirde başka yerlerde hünerli ve ilim erbabı birini duyduğunda yanına davet eder, ona ikramda bulunur, gerektiğinde uygun makam ve mevki verirdi. Arap ve Acem diyarından birçok alim bundan dolayı Osmanlı ülkesine geldi ve imparatorluğun yükselmesinde ve gelişmesinde katkıda bulundu. Fatih, kimi zaman başka diyarlarda bulunan alim ve sanatkarları İstanbul’a getirebilmek için kıymetli hediyeler bile gönderirdi.

Fatih, huzurunda alimleri belirli konularda tartışmaya teşvik ederdi. Eskilerin deyimi ile Fatih “münâkaşa, münâzara ve mübâhase”den hoşlanır, gerçeklerin ortaya çıkmasını, ilmin gelişmesini buna bağlardı. Devlet adamları birbirleri ile rekabet ederek işlerinin daha iyisini yapmaya çalışıyorlarsa, alimleri tartıştırarak her bilenin üstünde bir bileni ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Nitekim Molla Zeyrek ile Hocazâde’yi bir hafta tartıştırmıştı. Hakemliği Molla Hüsrev ve vezir Mahmud Paşa yapmıştı. Fatih’in bu tartışmayı sonuna kadar takip etmesi örnek bir durumdu.

Fatih’in alimlere olan ilgisi seferlerde de devam eder, onları yanından ayırmazdı. Hatta sefere giderken at üstünde alimlerle konuştuğu, münavebeli şekilde sohbet ettiği bilinirdi. Kelam ilmine merakı hayli fazlaydı. Bundan öte astronomi ve matematik konusunda ihtisas sahibi olan Ali Kuşçu’nun Semerkant’ta iç kavgaların başlaması üzerine İstanbul’a getirtmesi başlı başına önemli bir hadisedir. Fatih, Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelmesi için her bir durakta bin altın harcamayı göze almıştı. Böylelikle “İlmin himaye edildiği yere göç ettiği” gerçeğini de göstermiş oluyordu. Hele hele Ali Kuşçu’nun dahi “Acem’de ve Ruma’da benzerini görmedim” dediği Hocazâde... Hocası Hızır Bey’in çözemediği problemler için “Onu akl-ı selîme” götürelim dediği kişidir. Hocazâde, II.Murad döneminde Bursa’da müderris iken Fatih döneminde önemli bir paye olan “Muallim-i Sultanî” yani “Padişah hocalığı” makamına tayin edilen bir alimdi. Fatih, bu zeki ve alim bir şahsiyetten istifade etmek arzu etmişti.

Yine Bursa’dan Herat’a gidip, Fatih devrinde İstanbul’a dönen ünlü alimlerden biri Molla Fenârî’dir. Fatih’in, alimlerin ve hocalarının sözlerine büyük itimadı vardı. Molla Gürânî, bir gün Fatih’e “Molla Fenârî’nin soyundan biri yanında olmadıkça saltanatın tamam sayılmaz” dediği rivayet edilir. Bu vesile ile Molla Fenârî’ye önemli görevler tevdi edilir. Bu dönemde alimler itibarlarının zirvesine, ilim ve faziletin şerefi gök kubbeye ulaşır. Fatih, ondan sohbet dinler, o da Acem ülkeleri hakkında bilgiler nakleder, muteber divanlardan beyitler okurdu. Kendisi de şair olan ve “Avnî” mahlası ile şiirler yazan Fatih, Türk edebiyatı tarihinin üstün şairlerinden olan Şair Ahmed Paşa ve Necatî Bey’i himayesinde bulundurmuştu. Ahmed Paşa, sultanın hocası ve musahibi olmuştu. Fatih’in büyük teveccühünü kazanan ve uzun yıllar yanından hiç ayrılmayan Ahmed Paşa, İstanbul’un fethinden sonra düzenlenen ilim ve şiir meclislerinin müdavimlerindendi.

Fatih, karşılaştığı insanlarda bir cevher gördüğünde mutlaka değerlendirirdi. Bir takım sorularla kişinin zekasını ve kalitesini ölçerdi. Örneğin bir gün tebdil-i kıyafet ile sadrazam Mahmud Paşa ile birlikte gezerken Karaman yakınlarında bir yeniçeri aşçısının feryadını duydu. Fatih, Mahmud Paşa’dan yeniçeri aşçısının derdini dinlemesini istedi. Yeniçeri aşçısı dedi ki: “Be hey adamlar, sabahtan bu ana dek gezerim. Bir okka et bulamadım. Şimdi odaya(yeniçeri ocağı) gitmeye korkarım. Yemek pişiremedim. Padişahın memleketine bakan yok. Muhtesip(çarşı pazarı kontrol eden zabıta memuru) kendi safasında. Eğer bu yeri bana verselerdi idare ile dünyayı rızk ile doldururdum”. Fatih, saraya döndüğünde yeniçeri ağasını ve bu aşçıyı çağırttı. İstanbul’un ihtisap işini ona tevdi etti. Bir müddet sonra İstanbul’da et ve erzak bolluğu oldu. Bu kişi zamanla terfi ederek vezirliğe yükselen Gedik Ahmed Paşa’dan başkası değildi. Gün geldi İtalya’da Otranto’yu kuşattı ve orada on bir aylık Osmanlı hâkimiyetini sağladı.

Bir başka ilginç durum kendi adına yaptırdığı medresede oda istemesi ile yaşandı. Bu talebi görüşmek üzere medrese hocaları toplandı ve “Vakıa burasını siz kurup bize verdiniz. Sizin koyduğunuz kurallara göre burada bir oda alabilmeniz için talebeden veya hocalardan olmanız icâb eder. Siz talebeden veya hocalardan da değilsiniz. Binaenaleyh bir oda sahibi olamazsınız”.

Bunun üzerine Fatih:

-Şartı nedir? diye sordu.

-İmtihan olursunuz, dediler.

Ve nihayet Fatih, hocalar karşısında imtihan oldu, kazandı ve kendi yaptırdığı medresesinde bir odaya sahip oldu.

Sonuç olarak Fatih, büyük idealleri olan ve bunları gerçekleştirmek için uğraşan bir sultandı. Etrafında topladığı alimler, felsefeciler ve sûfîleri hakikate ulaşma noktasında farklı bakış açılarına sahip olduklarını görerek onları daima desteklerdi. Fatih, payitaht İstanbul’u din ve fen bilimlerinin merkezi yapmak istiyordu. Bunun için hiçbir fedakarlık ve masraftan kaçınmazdı. Ama genç yaşta bu dünyadan ayrılması ile hayallerini nisbî olarak gerçekleştirmek torunu Yavuz ve Kanûni’ye nasip olacaktı.  

 

Yorumlar 3
İsa Baştürk 19 Nisan 2024 17:14

Kaleminize sağlık Bekir Bey

Yaser 18 Nisan 2024 10:45

Hocam Allah razı olsun, önemli bir hususta derinlemesine bir bilgi oldu...

Behçet Nemutlu 17 Nisan 2024 18:57

Tesekkurler hocam. Eline diline kalemine saglik

Yazarın Diğer Yazıları